YABANİ
"Büyümek ile çürümek arasında bir bağ olduğuna inanıyorum ben. Zamanın getirisi olan iki farklı yol. Zamanın içinde, zamandan etkilenen, zamanı etkileyen iki farklı davranış biçimi. İnsan önce büyümeyi öğrenir. Kısıtlı bir süreliğine büyüdüğünü zanneden insan davranışlarını, isteklerini buna göre şekillendirir. Büyümek bir yerde durur. Büyümenin durduğu yerde çürüme başlar. İnsan çürümeye mahkumdur. Çürümek öğrenilmez, dayatılır. İnsan kendine dayatılanlara karşı koymaya yetecek olgunlukta olmamıştır hiçbir zaman. Düşünecek olursak, çürümeye karşı koyamamış, dayatılana boyun eğmiş insanlığın özgürlüğünden ne ölçüde bahsedilebilir? Özgür irade var mıdır? İrade bireyin dışına çıktığında, toplumla ilişkilendirildiğinde yani, kaybolur. İrade bireye indirgendiğinde de kaybolur. Çünkü toplumun içinde yaşayan birey, yok hükmündedir. Bence özgür iradenin varlığından yada yokluğundan bahsedeceksek, ki ben burada vardır ya da yoktur demiyorum lütfen buna dikkat ediniz, önce bireyin varlığını kabul edip etmediğimizi tartışmalıyız. Benim ortaya attığım soru bu. Günümüz dünyasında birey var mıdır yok mudur?"
Ne demek istediğini anlamamıştım. Hayatımın hiçbir döneminde anlam karmaşası yaratmak ya da insanlarının kafasını karıştırmak için kelimeleri raks ettiren insanlardan haz etmemiştim. Gereken ölçüde basit konuşmaya çalışmış, aynı davranışı karşımdaki insanlardan da beklemiştim. Bu sefer aynı değildi. Ne dediğini anlamamıştım ancak söylediklerini anlamak için çaba sarf etmem gerektiğinin farkındaydım. Bu cümleler bir karmaşadan beslenmiyordu, bu cümleler kafamı karıştırmak için söylenmemişti. Aksine onun kafası karışıktı. Yuvarlak bir masanın etrafında oturmuş, çaylarımızı içerken bir yandan da sohbet etmeye devam ediyorduk. "Birey..." dedim ona dönüp. "Eğer bireyin olmadığını var sayarsak, çürümenin ya da büyümenin bireyde yarattığı etkileri nasıl konuşabiliriz? Çürümeye karşı koyamayan, dayatılana boyun eğen insan bireyin kendisi değil midir?"
Sözümü bitirir bitirmez, yüz hatlarına kuşandığı alaycı gülümsemeyle beraber konuşmaya başladı. "Bütün sorun bundan kaynaklanıyor ya zaten. İnsanların söylediklerimi tam olarak dinlememesi. Sözlerimden çürümeye yada büyümeye karşı direncin birey tarafından gösterildiği çıkarılabilir mi? Gerçekten bireyin tanımını arıyorum ben. Önce var oluş mu yoksa öz mü? "
İnsanlar sürekli sorular soruyor aldıkları yanıtlar üzerine yeni sorular hazırlayarak konuşmaktan kaçıyordu. Ben bunun iki farklı ihtimalle açıklanabileceğini düşünmüşümdür her zaman. Karşınızdaki insan ya cahilliğini gizliyordur ya da bilgisini sakınıyordur sizden. Karşımdaki insanı yeteri kadar tanımıyordum. Bu masada bulunmamın nedeni yanımda oturan dört insandan birinin arkadaşım olmasıydı. Kalan üç kişi benim için yabancıydı. İnsanlar birkaç gün önce tanıştıkları kişileri bile yakından tanıdıklarını, hemen onları çözdüklerini düşüne dursun; ben yıllardır tanıdığım insanlar dahil kimseyi çözebilmiş değilim henüz. Belki de bu sebeple karşımdaki kadını bir kalıba hapsetmek istememiş ve konuşmaya devam etmiştim. Bu konu masada oturan diğer insanları pek ilgilendirmemiş olacak ki onlar gündelik hayatlarını, alışkanlıklarını birbirlerine anlatırken biz konuyu bireyden, özgür iradeden alıp Sartre'ın varoluşçuluğuna, Albert Camus'un Meursault'una getirdik. O Camus'u destekliyordu. Ölümden kaçınıyor, ölümü hayatın zorluklarıyla baş edemeyen aciz insanların buldukları en kolay çözüm yolu olarak tanımlıyordu. "Hayır." dedim. "Kusura bakmayın ama söyleyemediğiniz, anlamının farklı olduğunu bildiğiniz halde yerine başka bir kelime kullandığınız eylemi kolay bir çözüm yolu olarak adlandıramazsınız. İntihar etmek kolay mıdır? Bence hayır. Zor mudur? Bilemiyorum."
"Elbette bilmiyorsunuz. Çünkü bilinçsizliğinizle övünüyor ve arkasına sığınıyorsunuz. Çünkü bilmemek için gayret sarf ediyorsunuz. Siz bilmekten korkuyorsunuz." diye cevap verdi. Gözleri büyümüştü. İki elini eteğinin bittiği yerde bağlamış, arkasına yaslanmıştı. İlk defa saldırmıştı bana. Yarım saatten fazla olmuştu yanımızda oturan insanlardan izole sohbetimize başlayalı ve o ilk defa aramızdaki sınırı kaldırmak için adım atmış ve kişiliğimle ilgilenmeye başlamıştı. Masada bulunan telefonumu cebime koydum. Ardından konuşmaya başladım. "Birey vardır ve tektir. Birey toplumun yanında ya da karşısında durmaz. Birey toplumu reddeder. Birey topluma ilgisizdir. Yani bir başka bireyin hayatına müdahale ya da merak bir varoluşçunun varlığını sorgulamasını gerektirir. Tanıştığıma çok memnun oldum ama artık gitmem gerekiyor. İyi akşamlar dilerim." Masada bulunan arkadaşıma ve onun diğer arkadaşlarına da iyi akşamlar dedikten sonra restorandan ayrıldım.
Restorandan çıktıktan sonra caddenin sonuna kadar yürüme kararı aldım. Yürüyüşleri severim. Belirli belirsiz atılan adımların çıkardığı sesleri, karşıdan gelen insanların gözlerinin gözlerime değmesini... Bence insan kalabalığın içinde anlayabiliyor kendi benliğini. Kendi iç sesini, kalabalığın içinde duyabiliyor gürültü olmadan. Gürültü önlüyor gürültüyü. Caddenin sonuna geldiğimde arkamdan tanıdık bir sesin bana seslendiğini duydum. Arkamı döndüğümde onu gördüm. El sallıyor ve bana doğru geliyordu. Taksiye binip oradan uzaklaştım. Aradan altı ay geçtikten sonra o masada bulunan ortak arkadaşımız onun intihar etmeye çalıştığını ancak kurtulduğunu söyledi. Şaşırmadım ve bu olayın nasıl olduğunu da sormadım. Ondan bir daha hiç haber alamadım.
küçük adam