16 Şubat 2019 Cumartesi





   
                        VAN GOGH EST MORT




………………
Bununla beraber de tutunmak geliyor içimden.
İzbe taşra yollarına çıkan ayak izlerimizin üstüne onlarca kez basılmış
Tanışık olmadığımız kızıl sakallı kuzey avrupa korsanları tarafından
Taşrada hayat devir daim eder sevgilim
Ayak izleri ve korsanlar
Tekrar ayak izleri
Ardından imam
İman sevgilim
Belki de bize lazım olan imandır
Önce kendime sonra sana akabinde de Allaha
Korsanlar pagan
Ayak izleri deist
Benim içinse anarşist diyor kahveci Seyit
Düpedüz çekememezlik bu
Düpedüz hıyanet
Diyanet sevgilim
Bizim köye geldi geçenlerde
Bir toplantı vuku buldu köyümüzün tek okulunun bahçesinde
Köyümüzde okul tek
Cami birden fazla
Devletse yok sevgilim
Sahi nerede bulunur devlet?
Bize Allah’ı, Muhammed’i ve parayı anlattı gelenler
Allah’ı ve Muhammed’i anlamamışlar
Paraysa onların işi
Cebimizde ne var ne yoksa aldılar
Ben isyan ettim, korsanlar kaçtı
Ayak izleri aynı yerde sevgilim
Ancak ağrılılar
Hayır Ate gelmedi, Thanatos da ortalarda yok
Van Gogh est mort.


küçük adam

6 Şubat 2019 Çarşamba




                                                                  YABANİ


   

      "Büyümek ile çürümek arasında bir bağ olduğuna inanıyorum ben. Zamanın getirisi olan iki farklı yol. Zamanın içinde, zamandan etkilenen, zamanı etkileyen iki farklı davranış biçimi. İnsan önce büyümeyi öğrenir. Kısıtlı bir süreliğine büyüdüğünü zanneden insan davranışlarını, isteklerini buna göre şekillendirir. Büyümek bir yerde durur. Büyümenin durduğu yerde çürüme başlar. İnsan çürümeye mahkumdur. Çürümek öğrenilmez, dayatılır. İnsan kendine dayatılanlara karşı koymaya yetecek olgunlukta olmamıştır hiçbir zaman. Düşünecek olursak, çürümeye karşı koyamamış, dayatılana boyun eğmiş insanlığın özgürlüğünden ne ölçüde bahsedilebilir? Özgür irade var mıdır? İrade bireyin dışına çıktığında, toplumla ilişkilendirildiğinde yani, kaybolur. İrade bireye indirgendiğinde de kaybolur. Çünkü toplumun içinde yaşayan birey, yok hükmündedir. Bence özgür iradenin varlığından yada yokluğundan bahsedeceksek, ki ben burada vardır ya da yoktur demiyorum lütfen buna dikkat ediniz, önce bireyin varlığını kabul edip etmediğimizi tartışmalıyız. Benim ortaya attığım soru bu. Günümüz dünyasında birey var mıdır yok mudur?"


   Ne demek istediğini anlamamıştım. Hayatımın hiçbir döneminde anlam karmaşası yaratmak ya da insanlarının kafasını karıştırmak için kelimeleri raks ettiren insanlardan haz etmemiştim. Gereken ölçüde basit konuşmaya çalışmış, aynı davranışı karşımdaki insanlardan da beklemiştim. Bu sefer aynı değildi. Ne dediğini anlamamıştım ancak söylediklerini anlamak için çaba sarf etmem gerektiğinin farkındaydım. Bu cümleler bir karmaşadan beslenmiyordu, bu cümleler kafamı karıştırmak için söylenmemişti. Aksine onun kafası karışıktı. Yuvarlak bir masanın etrafında oturmuş, çaylarımızı içerken bir yandan da sohbet etmeye devam ediyorduk.  "Birey..." dedim ona dönüp. "Eğer bireyin olmadığını var sayarsak, çürümenin ya da büyümenin bireyde yarattığı etkileri nasıl konuşabiliriz? Çürümeye karşı koyamayan, dayatılana boyun eğen insan bireyin kendisi değil midir?"
Sözümü bitirir bitirmez, yüz hatlarına kuşandığı alaycı gülümsemeyle beraber konuşmaya başladı. "Bütün sorun bundan kaynaklanıyor ya zaten. İnsanların söylediklerimi tam olarak dinlememesi. Sözlerimden çürümeye yada büyümeye karşı direncin birey tarafından gösterildiği çıkarılabilir mi? Gerçekten bireyin tanımını arıyorum ben. Önce var oluş mu yoksa öz mü? "

 İnsanlar sürekli sorular soruyor aldıkları yanıtlar üzerine yeni sorular hazırlayarak konuşmaktan kaçıyordu. Ben bunun iki farklı ihtimalle açıklanabileceğini düşünmüşümdür her zaman. Karşınızdaki insan ya cahilliğini gizliyordur ya da bilgisini sakınıyordur sizden. Karşımdaki insanı yeteri kadar tanımıyordum. Bu masada bulunmamın nedeni yanımda oturan dört insandan birinin arkadaşım olmasıydı. Kalan üç kişi benim için yabancıydı. İnsanlar birkaç gün önce tanıştıkları kişileri bile yakından tanıdıklarını, hemen onları çözdüklerini düşüne dursun; ben yıllardır tanıdığım insanlar dahil kimseyi çözebilmiş değilim henüz. Belki de bu sebeple karşımdaki kadını bir kalıba hapsetmek istememiş ve konuşmaya devam etmiştim. Bu konu masada oturan diğer insanları pek ilgilendirmemiş olacak ki onlar gündelik hayatlarını, alışkanlıklarını birbirlerine anlatırken biz konuyu bireyden, özgür iradeden alıp Sartre'ın varoluşçuluğuna, Albert Camus'un Meursault'una getirdik. O Camus'u destekliyordu. Ölümden kaçınıyor, ölümü hayatın zorluklarıyla baş edemeyen aciz insanların buldukları en kolay çözüm yolu olarak tanımlıyordu. "Hayır." dedim. "Kusura bakmayın ama söyleyemediğiniz, anlamının farklı olduğunu bildiğiniz halde yerine başka bir kelime kullandığınız eylemi kolay bir çözüm yolu olarak adlandıramazsınız. İntihar etmek kolay mıdır? Bence hayır. Zor mudur? Bilemiyorum."
"Elbette bilmiyorsunuz. Çünkü bilinçsizliğinizle övünüyor ve arkasına sığınıyorsunuz. Çünkü bilmemek için gayret sarf ediyorsunuz. Siz bilmekten korkuyorsunuz." diye cevap verdi. Gözleri büyümüştü. İki elini eteğinin bittiği yerde bağlamış, arkasına yaslanmıştı. İlk defa saldırmıştı bana. Yarım saatten fazla olmuştu yanımızda oturan insanlardan izole sohbetimize başlayalı ve o ilk defa aramızdaki sınırı kaldırmak için adım atmış ve kişiliğimle ilgilenmeye başlamıştı. Masada bulunan telefonumu cebime koydum. Ardından konuşmaya başladım. "Birey vardır ve tektir. Birey toplumun yanında ya da karşısında durmaz. Birey toplumu reddeder. Birey topluma ilgisizdir. Yani bir başka bireyin hayatına müdahale ya da merak bir varoluşçunun varlığını sorgulamasını gerektirir. Tanıştığıma çok memnun oldum ama artık gitmem gerekiyor. İyi akşamlar dilerim." Masada bulunan arkadaşıma ve onun diğer arkadaşlarına da iyi akşamlar dedikten sonra restorandan ayrıldım.


 Restorandan çıktıktan sonra caddenin sonuna kadar yürüme kararı aldım. Yürüyüşleri severim. Belirli belirsiz atılan adımların çıkardığı sesleri, karşıdan gelen insanların gözlerinin gözlerime değmesini... Bence insan kalabalığın içinde anlayabiliyor kendi benliğini. Kendi iç sesini, kalabalığın içinde duyabiliyor gürültü olmadan. Gürültü önlüyor gürültüyü. Caddenin sonuna geldiğimde arkamdan tanıdık bir sesin bana seslendiğini duydum. Arkamı döndüğümde onu gördüm. El sallıyor ve bana doğru geliyordu. Taksiye binip oradan uzaklaştım. Aradan altı ay geçtikten sonra  o masada bulunan ortak arkadaşımız onun intihar etmeye çalıştığını ancak kurtulduğunu söyledi. Şaşırmadım ve bu olayın nasıl olduğunu da sormadım. Ondan bir daha hiç haber alamadım.



küçük adam


 




    

1 Şubat 2019 Cuma




 ÖLÜLER, YAŞAYAN ÖLÜLER, ÖLÜ YAŞAYANLAR, GONCALAR


Kalabalığın sesi kalabalığa karışmış
Yutkunuyorum
Nefesimin karıştığı duman
Gidip bir taşa çarpıyor her seferinde
Bir güvercin taşı alıyor
Bir gonca bekliyor bir güvercini
Goncalar yorulmuş çabalamaktan
Vazgeçmişler çiçek açmaktan
Muhakkak vardır her şeyin bir nedeni der dedem
Allah'ın alıp veremediği mi vardır goncalar ile?
Yoksa goncalar mı sevmez Allah'ı,
Varmaz mı başları secdeye?
Yoksunuyorum
Kirlenmişliğimi toplayıp kibrimin üstüne biriktirdim
Güneşi yerinden aldım, indirdim.
Karanlık kalınca çevremde
Ağladım
Bir tanıdığım vardı
Haiyn gemisinde kaptan
İnsanlar ağlarsa kimse görmeden
Kimse görmez derdi, gülerdi
Keşke gülebilseydim ben de
Güleyazsaydım keşke
Öğretildi bana öncelerde
Aciz kalır dediler çok gülen
Toprağı elime aldım,
Afakiydi bıraktım
Üstüne şiir yazdım, buruşturdum, yırttım
Ufalanmış toprağın üstünde kaldım
Ölmemiştim
Yaşamış mıydım?
Bir gonca açsa
Keşke açsa goncalar
Goncaların açtığı vakit geleceğim ben
Bir kirişi öpüp koyacağım başıma
Bir seccade alacağım kendime
Belki bir ba
Bir ba
Ba alacağım
Yarım kaldım
Yarına kaldım



küçük adam