"Her şeyden önce bir fotoğraf geliyor aklıma. Bütün bir öykünün başladığı bir fotoğraf, bir an. Donuk, hareketsiz bir fotoğrafla başlıyor her şey. Genellikle zamandan bağımsız, mekana çok bağlı kalmadan yazmaya başlıyorum o fotoğrafı. Kalabalıklara karışmamaya özen gösteriyorum. Çünkü biliyorum. Ne kadar az kişiyle anlatırsam anlatmak istediklerimi, yani ne kadar az kişiyi konuşursam o kadar net olacak aklımdakilerin kağıda dökülmesi. Derinine inilmesi gereken iki yada üç insan olmalı en fazla. Ben genelde üçü görmemeye çalışırım. Her zaman için hayatı tek bir insanın anlayabileceğini düşünmüşümdür. Ancak konu hayatı anlatmaya gelince iki insana ihtiyacınız vardır. Belirli zıtlıkları, çelişkileri bu şekilde gösterebilirsiniz. Hatta benzerlikleri bile sadece bu yolla gösterebilirsiniz. Bir elmanın başka bir elmaya benzediğini iki elmayı yan yana koymadan söylemek ahmaklıktan öteye geçmeyecektir."
Bunları söylerken bir yandan da fotoğrafları düşünüyordum. O anın fotoğraflarını, iki hafta önce ölen komşumun cenaze fotoğrafını, üç hafta önce sokak ortasında eski karısını öldüren delikanlının fotoğrafını, köyde tecavüze uğrayan çoban kızın fotoğrafını düşünüyordum. Aklımda sürekli dönüp dururdu fotoğraflar. Çocukluğumda başlamıştı her şey. Çok iyi hatırladığım bir kaç fotoğraf var çocukluğumdan. Anlatacağım sorulursa. Sorulmasa dahi anlatacağım. Çünkü verdiğim cevapların bana sorulanlardan ziyade anlatmak istediklerimle ilgili olduğunun farkındayım.
"Havanın genellikle sıcak olduğu bir kasabada büyüdüm. Evde olduğumuz zamanlar ailecek balkonda zaman geçirirdik. Annem fasulyelerini balkonda ayıklardı; babam radyodan müzik kanalını açar ve rakısını balkonda içerdi. Ben de yanlarında olurdum genellikle. Hayatı balkondan seyretmek, şu an bu salonda sizin sorularınızı yanıtlamamı sağladı desem mübalağa yapmış olmam herhalde. Evimizin tam karşısında bulunan cami çektiğim ilk fotoğraftı mesela. Gerçek anlamda bir fotoğraftan bahsetmediğimi anlamışsınızdır umarım. Bir camiye benzemeyen bir cami fotoğrafım vardı elimde. Küçüklüğümde allah sandığım bir minare, nereden çıktığı bilinmeyen bir minare. Çünkü hemen önünde bir apartman ve tekel büfe vardı o caminin. Ben evimin balkonundan o caminin döneme göre modern yorumlanmış minaresini görebiliyordum sadece. Belki bu sebepten sekiz yaşında yazdığım ilk öyküde babamı arkadaşlarıyla içki içmek için o camiye göndermiştim."
Salondaki gülüşmelerden rahatsız olmuştum. Ancak bunu belli etmemek için gülümsedim. Onları taklit ediyordum. İnsanları taklit etmek çoğunlukla işe yarar. Üzgün insanların acısını paylaşmak için onlarla üzülmelisiniz mesela. Veya mutlu olan insanlarla beraber siz de sevinmelisiniz. Bu şekilde hayatınızı kolaylaştırabilirsiniz. Anlatmaya devam ettim. Onları ağlatmak için elime fırsat geçtiğinin farkındaydım.
"Üstünden uzunca bir süre geçmesine rağmen yazdığım en acıklı öykünün sizleri güldürmesi beni ziyadesiyle memnun etti arkadaşlar. Ben babamı allaha şikayet etmek hatta ondan kurtulmak için göndermiştim onu oraya. Sizin çocuk aklımla yaptığımı düşünüp güldüğünüz davranış, benim bütün bilincimle babamdan kurtulma arzumdu."
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder