"Bazılarımızın hayatı diğerlerine göre daha kolaydı. Çünkü onlar ne zaman öleceklerini bilmiyorlardı."
John F. Kennedy
ÖLECEĞİNİ BİLDİĞİ HALDE YAŞAMAYA DEVAM EDEN ADAM YA DA PAMUK ŞEKER
Bazıları şanslı doğardı. Bazıları da Deniz gibi. Bu bir günah mıydı yoksa önceki hayatlarımızdaki sevaplarımızın karşılığı olarak sunulmuş bir ödül müydü bilmiyorduk. Bildiğimiz tek şey ise bazılarımızın ömrünün sınırlandırıldığı; bazılarımıza ise açık çek verildiği idi. Ortada tahmin edilebilir bir örüntü yoktu. Bir erkek ile bir kadın birbirini sever ve çocuk sahibi olurdu. Çocuk doğduğunda da o gergin bekleyiş başlardı. İlk yirmi dört saat çok önemliydi. Yapılan testler sonucu anlaşılırdı her şey. Deniz doğduğunda babası Kemal Bey'in yaşanılacak beş senesi ve on sekiz günü vardı. Kemal Bey Deniz gibiydi. Deniz de Kemal Bey gibi. Bu sebeple hayal meyal hatırlardı Deniz babasını. Ve yine bu sebepten Denizin bir çocuğu olmadı. Çünkü Deniz doğduktan sonra yapılan testler ona yirmi yedi yıllık bir ömür biçmişti. Deniz bu yirmi yedi yıla bir kadın sığdıramadı. Annesi Nilüfer Hanım şanslı doğanlardandı. Ona biçilen bir yaşam süresi yoktu. O başkalarına biçilen ölümlerin tanığı oldu. O şanslı doğanlardandı. Önce kocası Kemal Beyi ondan yirmi iki yıl sonra da oğlu Deniz'i toprağın içine koydu. Gün gün bekledi, planladı. Onlar için tadacakları son yemeği hazırladı. Ve her ikisini de son kez evden uğurladı. Nilüfer Hanım şanslı doğanlardandı.
Deniz çalan alarmın sesiyle irkildiğinde gün daha yeni yeni ağarıyordu. Uyku sersemliğinden tam açamadığı gözleri ile yatağının yanı başında duran şifonyerin üstünde bulunan telefonu eline aldı ve alarmı bir süre erteledi. Ardından kafasını yastığına gömerek uyumaya devam eti. O sıralarda Denizin odasında, hemen yatağının karşısında duran dijital bir saat geri saymaya devam ediyordu. Ve son beş senedir aynı duvarda geriye saymakta olan o saatte, rakamlar ilk kez saat, dakika ve saniye bölümlerinde geriye dönüyordu sadece. Deniz bir daha uyuyamayacağının farkındaydı. Denizin bildiği başka bir şey daha vardı. Deniz bir daha uyanamayacağının da farkındaydı. Bu sebeple işi çok da yokuşa sürmedi. Alarm yarım saatlik bir aradan sonra ikinci kez çaldığında hızlı hareketlerle doğruldu. Gözlerini ovuşturdu ve karşısında bulunan saate baktı. Saatlerin geriye doğru sayması ileriye doğru akmasından daha korkutucuydu. Deniz korkmadı. Dolabına yürüdü. Havlularını alıp banyoya geçti ve arkasından kapıyı kapattı. Buzlu camdan Deniz'in çıplak vücudu seçilemiyordu. Ancak neşeyle şarkı söylediği duyulabiliyordu. O sırada Nilüfer Hanım mutfakta yaptığı işleri bırakıp Denizin odasına girdi. Oğlunun yatağına uzandı. Yastığını gönlüne bastırdı, kokladı. Ardından hüngür hüngür ağladı. Nilüfer Hanımın göz yaşları Denizin söylediği şarkıda boğuldu. Hem de defalarca. Bazılarını bir kez öldürmek yeterdi. Bazılarını tekrar tekrar doğurmak gerekirdi. Bazıları içinse yapılacak hiçbir şey yoktu. Onlar yaşamaya devam ederdi. Nilüfer Hanım şanslı doğanlardandı. Bu sebeple göz yaşlarını sildi. Deniz banyodan çıkmadan yatağını derleyip topladı ve mutfağa kahvaltıyı hazırlamaya geçti. Ekmekleri kesti, yumurtaları haşladı, domateslerin kabuğunu soydu. Ardından da sigarasını yaktı. Çünkü kahvaltı hazırlamak bazı zamanlarda çok yorucuydu. Ve bazı zamanlarda sigara içmek gerekirdi.
Deniz işe gitmek için hazırlanıyordu. Aynanın önünde durmuş bütün ciddiyeti ile kravatını bağlamaya çalışıyor bir yandan da saçlarına krem sürüp sürmemek konusundaki kararsızlığını yenmeye çalışıyordu. Kravatını bağladı, parfümünü sıktı ve odadan çıkmak için hareketlendi. Kapının önüne geldiğinde karar değiştirip geri döndü. Saç kreminden bir parmak kadar alıp saçına sürdü ve her tarafına yedirdi. Deniz kahvaltı etmek için mutfağa yöneldiğinde Nilüfer Hanım sofrayı çoktan hazırlamıştı. Denizi gördüğünde duygulandı ama ona belli etmemek için güçlü durmaya çalıştı. Deniz annesini öptü ve sofraya oturdu. Ona işe gideceğini, yapılacak işler olduğunu anlattı. Nilüfer Hanım buna karşı çıksa da oğlunu ikna edemedi. Deniz arkasından kovalayan birileri varmış gibi kahvaltısını ederken Nilüfer Hanım da karşısında sigarasını içiyordu. Denizin kovalayanı vardı. Bu doğruydu. Nilüfer Hanımsa şanslı doğanlardandı. "İş çıkışı buraya mı geleceksin yoksa hastaneye mi geçeceksin Deniz?" diye sordu Nilüfer Hanım. "Hastaneye geçeceğim." diye cevapladı Deniz. "Öyle daha kolay olur anne." Nilüfer Hanım cevap vermedi. Sustu. Çünkü evrenin başladığı andan itibaren, susmak konuşmaktan daha akıllıca olmuştu. Deniz çayından son bir yudum aldı ve masadan kalktı. Giriş kapısının önünde bulunan tabureye oturup ayakkabısını giydi. Portmantonun dibinde duran evrak çantasını eline aldı ve annesine sarıldı. Bu zamana kadar yaptığının aksine annesine "görüşürüz" demeden evden çıktı. Nilüfer Hanım Denizin arkasından uzunca bir süre ağladı. O zamandan beri ne zaman ağlayan bir insan görsem ne kadar şanslı olduğunu düşünüp durmuşumdur.
Kuyara şehrinde trafik ölümlerle ve ölülerle ilgilenmezdi. Ölümünüze kalan saatler, dakikalar bile engelleyemezdi trafiğe takılmanızı. Deniz daha önce trafikte ölüme yakalanan bir sürü insan görmüştü. Bu görüntüler onu korkutmuştu ama çok da endişelendirmemişti. Çünkü Deniz planlayarak yaşamıştı ve planlayarak ölecekti. Akmayan trafikte dur kalk yaparak ilerlerken telefonu çalmıştı Denizin. Arayan yakın arkadaşı Rızaydı. Rıza da tıpkı Nilüfer Hanım gibi şaşırmıştı Denizin işe gitmesine. O da tıpkı Nilüfer Hanım gibi Deniz ile vakit geçirmek istiyordu. Rıza ve Deniz çocukluktan arkadaştı. Deniz ne kadar hazırladıysa kendini ölüme Rıza da o kadar hazırlamıştı kendini en yakın arkadaşının ölümüne. Ancak aralarında bazı farklar vardı. Rıza şanslı bir insandı. Deniz ise Deniz gibi doğmuştu. Acaba hangisi daha kolaydı: Ölmek mi gömmek mi? Rıza Deniz ile beraber her zaman gittikleri restoranda buluşmak istiyordu. Şehrin biraz dışında, sahil kenarında sevimli bir restorandı burası. Deniz işleri olduğunu söyledi Rızaya. İşlerini bitirdikten sonra görüşebileceklerini söyledi daha sonra. Denizin dediği gibi de oldu. Deniz çalıştığı avukatlık bürosuna gitti. Dört-beş saat çalıştı. Ardından da Rıza ile buluşmak için restorana doğru yola çıktı. Denizin daha yaşanacak dört saati vardı.
Deniz Rızadan önce gelmişti restorana. Daha doğrusu Rıza geç kalmıştı. Deniz Rızanın gelince trafiği bahane edeceğini biliyordu. Alışmıştı bu duruma. Canını sıkmıyordu. Bırakın saatleri dakikalar bile önemliyken onun için o masada bekletilmeyi sıkıntı yapmıyordu Deniz. Çünkü alışmak yeterliydi. Rıza belirli bir süre geçtikten sonra geldi. Denizin beklediği gibi trafikten dert yandı. Özür diledi. Ardından da mezeleri söylediler beraber. Daha sakalları terlememiş bir garson gelip rakılarını doldurdu. Ondan biraz daha büyük görünen bir başka garson gelip başka bir istekleri olup olmadığını sordu. "Ben çağırmadan gelmenize gerek yok." diye cevapladı Rıza. Gerçekten de çağırmadı daha sonra hesabı ödeyene kadar. Konuştular. Oradan buradan. Sanki ölüm yokmuş gibi. Bir süre sonra hatırladılar ölümü. Ölümün var olduğunu hatırladılar beraber. Gerçeğin gerçek olduğunu hatırladılar. Ben onlardan öğrendiğim bu cümleyi hiç unutmadım. "Gerçek, ölümdür." demişti o gün Deniz. Hatırlayınca sordu Rıza "Hastaneye mi geçeceksin buradan yoksa eve mi?" diye. "Hastaneye." diye cevapladı Deniz. Ardından Rızanın sigara paketinden bir sigara alıp yaktı. İlk kez sigara içti o gün Deniz. Ölmeden bir saat önce. Öksürdü. Tekrar tekrar öksürdü ve güldü. Rızadan arabasını daha sonra oradan alıp annesine bırakmasını rica etti. Alkollü araba kullanmak istemiyordu Deniz. Hastaneye taksi ile gidecekti. Bir taksi çağırmıştı bile. Rıza araba işinin kolay olduğunu söyledi Denize. "Taksi falan ne demek oğlum ben bırakacağım seni hastaneye sıçarım düşündüğün şeye." diye de ekledi sonra.
Hesabı ödeyip dışarı çıktıklarında restoranın önünde bir taksi duruyordu. Deniz Rızaya uzun uzun sarıldı. "Annem sana emanet" diyerek taksiye bindi. Rıza Denizin arkasından el sallayabildi sadece. Her kalanın her giden için yaptığı gibi. Rıza da şanslı doğanlardandı. Hem elden başka bir şey gelir miydi? En fazla su dökebilirdi arkasından. Tez gidip tez gelmesi için. Deniz taksi şöförüne gideceği hastanenin adresini verdi. Şanslı doğanlardan biri değilseniz ölümü hastanede karşılamak en kolayıdır. Deniz de her şeyi ayarlamıştı. Doktoru hastanede onu bekliyordu. Saatine baktığında daha yarım saati olduğunu gördü. Deniz taksinin arka koltuğuna oturmuş dışarıyı izliyordu. Aniden camdan başını kaldırıp taksi şoförüne durması için seslenip bir yandan da omzundan sertçe sarstı. Taksi ani bir frenle durduğunda Deniz cebinden çıkardığı yüz lirayı taksi şoförüne uzattı. Paranın üstünü beklemeden aşağıya inip koşmaya başladı. Deniz Kuyara Lunaparkına girdiğinde yaşamak için yirmi sekiz dakikası vardı. Kuyara Lunaparkının bilet gişesinde sıra Denize geldiğinde Denizin ölmek için yirmi altı dakikası kalmıştı. Deniz cebinde ne kadar parası varsa gişede duran adama uzattı ve ekledi. " Bütün parayla bilet almak istiyorum. Bir de pamuk şeker lütfen."
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder