KAYBETMEK ÜZERİNE BİRKAÇ KELİME
Nihayete ermiş bir pazar ve akıbeti muamma bir pazartesi... Evet bu sabah uyandığımda kafamda canlanan dünya betimlemesi tam da böyle bir şeydi. Bir zaman sonra bu düşünce sistemine yaşanılan zamanın inkar edilemez heyecan(sızlığ)ı çökecektir. Biz bu hikayenin neresindeyiz peki ? İster istemez kahramanı olduğumuz geliyor aklımıza. Kahraman olmak zor iştir. Bir süre sonra kahraman olmamış olabileceğimizi de fark etmekte zorlanmayacağız zaten. İplerini başkalarının eline bıraktığımız hayatımız, bizi kendi hikayemizde figüran ilan ederek alır intikamını. Bu hayatla ortaklaşa yazdığımız hazin bir sondur. Sorumsuzluğumuz ve hayatın acımasızlığı. Elimizden gidenlere üzülürüz ve elimizden gidenlere el sallarız. Her ne kadar kabullenemesek de gidenler git dediklerimiz olur. Çünkü dur demeyi beceremediğimiz her şey mevsimlerin ardında "git" demektir. Gittiklerinde anlıyoruz, en acınası hayalimizin bile rüşvet bilmez bir gümrük memuru kadar gururlu olduğunu. Yüzünde ağlamaklı gülümsemesiyle uzak kelimesinin anlamını tartarcasına silikleşen onlarca hayal. Sokağın rengi kapanıyor, caddeler ıssızlaşıyor ve tükenmekte olan anlamlar çoğalıyor. Kaybediyoruz.Suçlu her zaman hayatın acımasızlığı oluyor. Kısa vadede pişman olmuyoruz hiçbir zaman. İnsanın kaybedişi burada boyut değiştiriyor. Elindeki tüm sorumluluğu hayatın inisiyatifine bırakarak kendi filminde set işçiliğine talip oluyor. Hayat bir yanıyla çok acımasızdır, adalet de öyle. İnsan için üzücü olan tükeniş, adalet için kaçınılamaz bir zorunluluktur. Eğer hayat bir yarışsa, kaybeden olmadan kazanandan bahsedemezdik. Hayat bir yarış değildir. Ve kaybedenlerden hep bahsederiz. Kaybetmiş olmanın vazgeçilemez sancıları haricinde, insan kaybetmenin duygusal ritmine de hep tav olmuştur. Bunu bazen kabullenmekte zorlansak da içten içe birçoğumuz yaşadığımız yenilginin gizli gururunu taşırız.
Hint mitolojisinde yaşayan Yudiştra; varlıklı bir kahraman, güçlü bir karakterdi. Duryodona onu zar oyununa davet ettiğinde Yudiştra yenileceğinin farkında olmasına rağmen onun teklifini kabul etti. Bu onun kendince her şeye baştan başlama sebebi olacaktı. Ki gerçekten her şeyini kaybetmiş ve yaşamına sıfırdan başlamıştı. Usta yönetmen Kieslowski'nin Üç Renk: Mavi filminde de aynı durumla karşılaşmamış mıydık? Julie maddi ve manevi her şeyinden kurtulmak istiyordu çünkü ona göre özgürlük hiçbir şeye sahip olmamaktı. Ya da bu iki örneğe nazaran daha meşhur olan Kral Odipus. Gözlerini kaybetmiş olması ona hiçbir şey kazandırmasa da o vicdanını rahatlatmak için böyle bir yola başvurmuştu. Ona göre görmeyecek olması pişmalığının unutulamaz timsali olacaktı.
Özetle, kaybetmek bazı zamanlar yalnızca kaybetmek değildir. Bazen değişmek bazen yenilenmek. Burada esas nokta olayın odağını kendi üzerimize çekmekte. "Ben" olabilmekte.
Ben...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder