11 Aralık 2016 Pazar

TEK YÖN

Kimsesiz kuyulardan geçer bu sessizlikler. Bilinenin aksine anlatılmaz değildir sükutun sakinliği. Belki başlarda biraz bocalasak da, uzak bir ülke umuduyla uzun bir dörtlük çıkar bu kuytulardan. Yaşamın en ağrılı zamanları hep geride kalmıştır çünkü. Çünkü bir ağrının dinmesi gibidir ilk cümlelerimiz. Acemi ve tehlikeli bir sataşma vaktidir artık. Bir gürültüyle bozulur tüm bu sessizlikler.
Bazen bir çığlık dedik buna, bazense biçare bir haykırış. Oysa eski zamanlardan kalma bir insan alışkanlığıdır susmak. Yahut eldeki durumun acınası tavrıyla susturulmak içimizdeki hücrelerin emriyle. Yetinmekle yitirmek arasındaki apansız kararsızlığın bitişiyle sözcüklerimiz belirir dilimizin altında. Çünkü bilinir: susan bir insan, anlatmak istememesinden değil, her şeyi anlatmak istemesinden beslenir. Çıkmak istediği koza, yaradılışının helezonlarıyla kaplanmıştır. Bu sebeptendir açmak istediğimiz kapının, kapatmak istediğimiz kapı olması. Çok küçük ayrıntılarla gizleriz bu isteğimizi. Yitirmenin kaygıları birkaç yüzyıl geride kalmışken, üstümüze çullanan bu ağırlık, duvarları yıkamadığından değil, duvarlara kıyamadığından yankılanır içimizde. Bedenimize, ruhumuza, hüznümüze sirayet eden merhamet, halinden değil şerrinden ürker de durur karanlık odalarda. Ancak büyük bir devrimle yırtar gider  içimizdeki gitmesi gerekenler. Susmak tam da burada başlar. Gitmesi icap edenlerin çok uzağa gitmeme isteği.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder