KENDİ KARANLIĞINDAN KORKAN ZENCİNİN HİKAYESİ
1
Geceden aklımda yoktu ancak sabahına yine dedemi düşünerek açtım gözlerimi. Uyumadan önce olanları hatırlamaya çalıştım daha sonra. Damağımda kalan şarabın tadını hissettim. Boğazımın kuruluğunu, susuzluğumu ve dünyanın benim etrafımda dönmediğini düşündüm yataktan çıkmadan. Dünya elbette benim etrafımda dönmeli. Aksini iddia edenin sözleri bir yalana ortak olmuş demektir. Aksini iddia eden gözümde cahildir. Uyumadan önce, zar zor vücudumun yarısına kadar çekebildiğim ince çarşafı üzerimden atıp doğruldum. Yatağın benden zıt tarafında kapağı açık şekilde duran sigara paketinden bir sigara alıp ağzıma götürdüm. Bunun gibi sabahlarda çakmak ya bulunmaz ya da büyük bir uğraş sonucu bulunur. Neyse ki Burhan benim en yakın arkadaşım ve Burhan'ın bir pansiyonu var. Pansiyonların odalarında ateş yakıp sigara içmek yasaktır ancak çekmecelerinde her zaman kibrit bulunur. İnsanlar iyi olmak için çabalarken hep kötü davranışlara yönelirler. Bunun gibi bir sürü tezat, içinde gülünç mutsuzluklar barındırır aslında. Çekmecenin içinden kibriti alıp sigaramı yaktım. İkinci şarap şişesinin sonuna yaklaşırken kusmuştum galiba. Daha sonra Burhan beni bu odaya taşımıştı. Daha sonra çıkmıştı Burhan odadan. Daha sonra bir rüya... Saat kaç acaba? Sigaramı komodinin üzerine bırakıp yataktan kalktım. Doğruca perdeyi çekip pencereyi açtım. Aydınlık gözlerimi kamaştırdı aynı anda. Telefonum neredeydi? Pantolonumun cebi? Doğru tahmin... Pantolonumun arka cebinden telefonumu alıp yatağa attım tekrar kendimi. Az önce komodinin üstüne bıraktığım sigarayı alıp külünü yere döktüm. Ardından bir kaç duman alıp sigarayı pencereden aşağı fırlattım. Cevapsız çağrılar, gereksiz kısa mesajlar... "Uyanınca aşağıya gel de kahvaltı edelim." diye yazmış Burhan. Üç saat geçmiş üstünden. Bu teklifi öğle yemeğine çevirmemiz gerekecek ama olsun. Zaten kahvaltılardan hoşlanmam. Bunu en iyi Burhan bilir. Beraber okuduk üniversiteyi. Aynı evde koca altı yıl. Sonra o okulu bitiremeyeceğini anladı; ben de okulu bitirmek istemediğimi. Çok kavga etti o sıralar babasıyla. Yanımda ağladı bu yüzden, yanımda sövdü babasına. Emekli askerdi Burhan'ın babası. Hayatı boyunca taviz vermediği doğruları vardı. "Disiplin, hırs ve çalışmak. Ama çok çalışmak çocuklar çok..." Böyle derdi Mümtaz Amca. Hiç unutmam Burhanların yazlık evinde geçirdiğimiz o yaz aylarını. Biz iki üniversiteli genç bikinili kadınların, alkolün, sigaranın peşinden koşmayı değil adeta uçmayı hayal ederken Mümtaz Amca sabah altıda "koğuş kalk" diye girerdi odadan içeri. Önce sahilde yürünürdü. Belirli aralıklarla atılan deparlar, siyasi sohbetler, gençlik yılları anıları... Susmazdı Mümtaz Amca. Denize girilir, eve gelinir, duştan önce ön ve arka balkonlar yıkanır ardından da bahçenin günlük bakımı yapılırdı her gün. Tuvalete gidip elimi yüzümü yıkadım. Ardından yerde duran pantolonumu giydim. Aşağıya inmeye hazırdım artık. Odanın kapısını yavaşça kapatıp hızlı adımlarla indim merdivenlerden. Pansiyonun girişi boştu. Bekleme salonunda oturan bir adam gazetesini okuyordu tek başına. Bu güzel havada bahçeye çıkmak varken neden burada olduğunu anlamaya çalışmaktan alıkoydum kendimi hemen. Yukarı kata çıkan merdivenler pansiyonun girişine bakıyordu direk. Girişin sağ tarafındaki oda bekleme odasıydı. Bahçeye inmek içinse bir kat aşağıya inmek gerekiyordu. Pansiyonun mutfağı ve yemek salonu da bahçeyle beraber aşağı katta idi. Aşağıya inip önce mutfağa uğradım. Mutfak boştu. Ayşe abla belki de yukarı katların birinde temizlik yapıyordu. Çayımı kendim alıp bahçeye doğru yürüdüm. Bahçede de kimse yoktu. Burhan alışverişe gitmişti herhalde. Bahçe kapısına en yakın olan masaya oturup çayımdan bir yudum aldım. Belki mutfağa geçmiştir diye Ayşe ablaya seslendim bir iki kere ama cevap veren olmadı. Acıkmıştım. Mutfağa geçip bir şeyler hazırlamayı düşündüm kendime. Sonra da üşenip vazgeçtim hemen. Biraz daha dayanırsam yorulmadan yemek yiyebilirdim. Buna değerdi. Ben bu düşüncelerin arasında kalmışken, dinlenme odasında gördüğüm adam çıktı bahçeye elinde gazetesiyle beraber. Kırklı yaşlarındaydı, belki de otuzların sonu bilemiyorum. Düzgün giyimli,esmer,sıska bir tipi vardı. Bakışlarımdan rahatsızlık duydu ki sağ tarafımda bulunan masaya sırtını bana verecek şekilde oturup gazetesini okumaya başladı. Aldırış etmeden telefonumu çıkarıp Burhan'ı aradım. Açmadı. Bir sigara çıkartıp yaktım. "Fazla sigaranız var mı acaba?" Elindeki gazeteyi bırakmadan sormuştu bu soruyu, arkasına dönmeye bile tenezzül etmemişti. Aynı kaba tavırla cevap verdim. "Hayır, yok." "Mümtaz Demir'i tanır mıydınız?" "Tanırdım. Siz kimsiniz?" Gazetesini katlayıp doğruldu. Sandalyeden kalkıp arkasını döndü. "Burhan bey odasında dinleniyormuş galiba. Selamımı söyleyin lütfen." Herhangi bir şey söylememe fırsat vermeden bahçe kapısından içeri geçip uzaklaştı.Sigaramı yere atıp arkasından çıktım. Pansiyonun bulunduğu sokağın kalabalığında kayboldu. Tuhaf bir şeyler oluyordu. Tekrar pansiyona girip merdivenlerden yukarı çıktım. Burhan pansiyonun dördüncü katındaki en büyük odada kalıyordu. Kapıyı çaldım. Bir daha çaldım. Bir daha çaldım. İçeriden ses gelmiyordu. Terlemeye başlamıştım. Kötü bir şeyler olmuş olabilirdi. Aklıma Mümtaz Amca'nın askeri bağlantıları geliyordu. İçtiği zamanlar anlattığı kontrgerilla hikayeleri, askeriye içindeki yapılaşmalar, terör baskınları... Gülüp geçerdik Burhan'la bunlara. Biraz geriye çekilip bütün gücümle kapıya yüklendim. Kırılan kapının üzerine düşmüştüm. Önce her solukta biraz daha keskinleşen kan kokusunu çektim içime. Sonra da doğrulur doğrulmaz gördüğüm cesedin en yakın arkadaşıma ait olduğunu fark ettim. Canice katledilmişti Burhan. Elleri ve ayakları bağlı, ağzında bir bant, boğazında derincesine bir kesik, üstünde kan, üstünde çok kan...
Küçük adam
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder