LEYLA DÖNDÜ
Leyla
döndü. Elinde bir valiz, yüzünde valiziyle aynı tonlarda bir çığlık. Bir çığlık
bu Leyla. Yine yapmış piç Ateş yapacağını. Bir insan bir insandan ne kadar
nefret edebilir? Yok hayır, hiçbir zaman düşünmedim onu öldürmeyi. Onun yerine
acı çekmeli Ateş. Leyla’nın gözünden akan her bir damla yaş için acı çekmeli,
sonrasında özür dilemeli, Leyla’nın saçının her bir telinden, vücudunun her
zerresinden özür dilemeli göt oğlanı. Beni görür görmez ağlamaya başlıyor
Leyla. Yere düşmesin diye bir damlası göz yaşının, açtım ellerimi ayaklarına
kapanıp. Kurumuş bir nehri canlandırabilir avucumda biriken su birikintisi, ne
de olsa Leyladır bütün okyanusların coğrafya kitaplarındaki ismi.
Ne yapmalı şimdi? Ne demeli Leyla’ya? Çok zamanım olmuştu bunları düşünecek.
Kanepeme uzanıp izlemiştim tavanı, kanepemde oturup içmiştim şarabımı. Leyla
vardı aklımda bir, bir de onu bir daha göremeyeceğim ihtimali. Şiirler
yazmıştım sayfa sayfa. Kâğıt almaya yetecek param kalmamıştı bir zaman sonra. Eski
gazetelerin sayfalarının satır aralarına serpmiştim ince ince şiirlerimi.
İmgesel ve karanlık. “Karanlıktı hayat sen yokken Leyla.” Diyebildim,
avucumdaki su birikintisine kondururken buseleri. Leyla da eğildi yanıma.
Kraliyet ailesinden prenses bilmem kaçıncı Leyla, eteğini düzeltip oturdu üstü
bir yığın tozla dolu parkenin üzerine. Sıkıca bastırdı sonra başını göğsüme.
Ağla Leyla, çekinmeden. Ağla hiç gitmemişsin gibi. Öldürdüğü adamın yanında yas
tutan bir katilin ruh eşiymişsin gibi ağla Leyla. Çünkü öldükten sonra tekrar
doğmaz bir şair. Sadece şiirleri yaşar tozlanmış rafların arasında.
“Temizlik
yapayım ben Leyla. Ardından kahvaltılık alırım. Sen dinlen. Sen uyu biraz olur
mu?” Leyla’dan cevap yok. Ağlıyor sadece. Bana geri geldiği için ağlıyor.
Benden başka gidecek kimsesi olmadığı için ağlıyor Leyla. Hamdi tuvaletten
çıkıp geliyor. Islak ellerini silkeliyor boşluğun üstüne üstüne. Kaç yaşına
geldi. Büyüdü. Okudu. Koskoca kapıcı oldu. Öğrenemedi hâlâ ellerini kurulamayı.
Leyla’yı görüyor ama aldırmıyor. Hamdi yanımızdan geçip giderken saçlarına
takılı kalıyorum Leyla’nın. Maviden eser yok, açık maviden. Oysa ben ne anlar
düşlemiştim. Saçlarının maviliğiyle eşleştirdiğim deniz kokulu
betimlemelerimde. Önemli değil Leyla. Hiç sorun değil benim için saçlarının
rengi. Kestane kahverengisini de severim, zeytin yeşilini de. Güneş sarısı da
yakışır sana, tanrı beyazı da. Tanrı beyazı… Kahkaha atıyor Hamdi. “Bir orospu
için düştüğün şu hallere bak Deniz!” Leyla doğruluyor. “Uyusam iyi olacak
galiba.” “Tabii.” Diye karşılık veriyorum. “Sen odana geç, ben de valizini
getireyim. Uyandığında bir şeyler hazırlamış olurum. Güzel bir yemek yeriz
beraber. Ardından film izleriz istersen. Ya da dışarı çıkarız. Sen nasıl
istersen Leyla.” Bir şey demeden hareketleniyor odasına. Sessizce. İçinde kopan
fırtınaları belli etmemeye çalışıyor. Gözlerini kaçırıyor benden, bakmaya çalıştığım
her anda. Yüzündeki çığlığı gizlemeye çalışıyor. Yersiz çabalar bunlar Leyla.
Valizi odasına bırakıp, kapıyı kapatıyorum arkasından. Kanepeme uzanıyorum. Tavanı
izliyorum ardından. Hamdi geliyor yanıma. Özür diliyor demin sarf ettiği cümle
yüzünden. Sessizliğim korkutmuş olmalı onu. Biliyor. Leyla, büyüktür bütün Hamdilerden.
Kapıcı olanlarından da büyüktür. Hamdi’ye cevap vermiyorum. Tavanda Leyla’nın
sureti. Beni bırakıp gittiği altı ay geliyor gözümün önüne. Yemek yemekten
vazgeçtiğim akşamlar, kitap okumaktan vazgeçtiğim akşamlar, birbiri ardına
yazılmış intihar mektupları geliyor aklıma. Olsun, Diyorum. Geçti artık.
küçük adam
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder