30 Nisan 2017 Pazar


                                                            BUGÜN FARKLI OLACAK

Bugün farklı olacak… Sabahın aydınlığı göz kapaklarında daha tam hissedilmiyor iken zihninden geçen ilk kelimeler bu olmuştu Cevdet’in.Uzun ve hayallerle dolu bir gecenin ardından bu sabaha uyanmak onun için ideallerine giden yolun başlangıcıydı.Biraz isteksiz de olsa gözlerini ovuşturarak yavaş hareketlerle kalktı yatağından,gecenin bunaltıcı sıcağında üstünden beline kadar attığı yorganı-ki belki de bu  öğlenki görüşmesi için duyduğu heyecandandı-ayaklarıyla yatağın sonuna kadar iterek.Her sabah olduğu gibi ilk önce telefonuna baktı.Cevdet çevresinde gördüğü saygıdan uzak ve kendi tabiriyle yavşaklık kokan arkadaşlıkları elinin tersiyle teker teker itiyordu.Bu yüzden telefonu işlevsel olarak duvardaki saatten farksızdı.Lise yıllarında yaşadığı kişilik değişimiyle hayatını az ve öz diye tabir ettiği birkaç kişiyle sınırlamış dört ay önce biten ilişkisinden sonra bir karşı cinsle arkadaşlık kurmayı bırakın konuşmayı bile çok gerekmedikçe düşünmez olmuştu.Koridordan geçip bir yük olarak görmesine rağmen yüzünü yıkamayı ihmal etmedi.Saat 11.34 diye geçirdi zihninden hala vaktim var.Üç senedir yazdıklarını saklayan ve en büyük dostu olan bilgisayarını alıp bugün buluşacağı editöre göstereceği şiirlerini gözden geçirdi.En büyük hazinesiydi belki de yazdıkları ve bu hayatta kalmak için tek dayanağı.Alıcı gözüyle yazdıklarını okudu.Aslında dışarıdan bir göz yazdıklarını çala kalem olarak bulabilirdi ya da ahengin olmadığı düz yazı metinleri.Hayır dedi içinden,şiir hepsi benim şiirim benim hayatım…

Evden çıkmadan bir şey unutmadığına emin olmak istedi ve tekrardan etrafına baktı Cevdet.Bilgisayarı elindeydi.Ciddi görünmek istediğinden siyah keten pantolonunun üstüne beyaz bir gömlek giymiş bunu da siyah bir ceketle tamamlamıştı.Aynaya baktığında kendini biraz gülünç buldu.Çelimsiz vücudunda böylesine kıyafetler gerçekten hoş durmuyordu.Kafka geldi birden o an aklına  nedense çelimsiz kelimesini ne zaman düşünse ya da ne zaman duysa bir yerlerde hep Kafka gelirdi aklına.Hafifçe gülümsedi.Bir şey unutmadığına karar vererek kapıyı kararlı bir biçimde kapattı.Asansörden indikten sonra her zamanki gibi kapıcı Sami beye kibar bir biçimde selam verdi.Sami bey kırklı yaşlarında kel, kirli sakallı,iri yarı bir adamdı.Cevdet ilk gördüğünden beri Sami beye ısınmış onu kendine yakın hissetmişti.Ara sıra bunu düşünüp kendine şaşıyordu.Çünkü Cevdet insanlardan kaçan ve yalnızlığıyla övünen bir insan olmuştu son zamanlarda. Apartmandan çıktıktan sonra otobüs durağına gitmek ya da metro istasyonuna kadar yürümek arasında kararsız kaldı. Bu kararsızlığı ona iki hafta uğraşarak aldığı editör randevusuna gidip gitmemek arasında yaşadığı kararsızlığı anımsattı.Birden durdu,montunun cebinden çıkarttığı sigara paketinden bir sigara alıp yaktı.Sonunda 50 metre mesafedeki otobüs durağına gitmeye karar verdi. Nasıl olsa aylık akbilim var diye düşünüyordu içinden bir yandan da keyifle sigarasının tüttürüyordu. Üç seneden fazla olmuştu sigaraya başlayalı ve neredeyse ayda bir sigarayı bırakma kararı almasına rağmen kendine verdiği sözleri uygulamaya geçiremiyordu. Otobüs durağına geldiğinde onu her sigarayla gördüğünde laf atan,ölüme iki kala yaşayan Kemal amcayı gördü.Yine söyleniyordu. Yapma Cevdet oğlum yazıktır yaşın kaç senin daha…Yaşı on dokuzdu, ama on dokuz görülmediği aşikardı. Bırakıyorum Kemal amca az kaldı demekle yetindi sadece. Kemal amca 86 yaşındaydı, emekli albaydı. Kahvehanede az askerlik anılarını anlatmamıştı Cevdet’e. Hele sene 1936 mart aylarının başı ben daha yedi yaşındayım…. Diye başlayan bir hikayesi vardır ki Atam beni kucağını alıp öptü o gün bugündür önümde kimseye laf ettirmedim MUSTAFA KEMAL PAŞAM hakkında diye mahallemizin anti laik kısmına tehdit içerikli biten-ki Cevdet’in en sevdiği hikayesidir-her gün dinleye dinleye tüm kıraathane ezberlemişti.

Cevdet sigarasını bitirdikten 5 dakika sonra otobüs gelmiş. Otobüsle harbiye ye oradan da dolmuşla Beşiktaş’a geçmişti. Editörle Beşiktaş iskelesinin orada Grand bistro adındaki bir kafede buluşacaklardı. Cevdet ilk defa gittiği bu kafeye hiç yabancılık çekmemişti. Uygun gördüğü bir masaya oturarak büyük bir heyecanla editörün gelmesini bekliyordu. "Bundan 40 sene sonra benim şiirlerim yazılacak belki  İstanbul'daki duvarlara, insanlar hatırlayacak ve anacaklar beni." dedi içinden  hafifte gülümsedi. Karşı masadaki kız Cevdet’in kendine gülümsediğini sanıp yüzünü diğer tarafa çevirdi. Cevdet o an utancından kalkıp gitmeyi istediyse de bunun saçma olduğunu düşünüp kalkmak için çaba sarf etmedi. Editör on dakika geç kalmıştı. Editör gelmeden sipariş vermenin saygısızlık olabileceğini düşündüğü için ağzı kurumasına rağmen su istemekten vazgeçti. Tam elini sigarasına atacakken telefonunun çaldığını fark etti. Arayan editörün sekreteriydi. Numarayı son iki hafta içinde defalarca aradığı için ezberlemişti. Efendim dedi kendinden emin bir ses tonuyla. Sekreter hemen cevap verdi
-iyi günler Cevdet bey Ali beyin ufak bir işi çıktığı için bugün sizinle görüşemeyecek haber vermemi istedi.
Cevdet konuşmak istiyor ama kelimeler ses tellerinden yukarıya  doğru çıkıp can bulamıyordu. İçinden ne kaypak adam diye geçirdi bir de sekreterine aratıyor.
-Anladım haber verdiğiniz için teşekkür ederim. Peki ne zaman görüşebiliriz acaba ?
Sekreter bununla ilgili bir bilgisi olmadığını Ali beyin ondan sadece gelemeyeceğini haber vermesini istediğini söyleyip kapattı.
İnsanlar dedi Cevdet gerçekten sorunlu yaratılışlar…
Bundan iki ay önce yazdığı ve editöre göstereceği şiirlerden biri olan  ‘’Ölüm yakın’’ adlı  şiirinin son satırları geldi aklına. Sadece kendisinin duyabileceği kısık bir sesle mırıldanmaya başladı.

Belki bulurlar yazdıklarımı
İçindeki matem dağıldıktan sonra çekmecemde
Belki derler
Bir boka benzememiş diye
Ben diyemedim onlara bir boka benzeyememişsiniz diye
İnsan olamayışınız 
Ne kadar acı 
-Bir çay alabilir miyim acaba?
Tabi dedi garson ve siparişi alt kattaki sorumluların görmesi için önünde bulunan bilgisayar benzeri ekrana girdi. Cevdet olasılıklarını düşünmeye başlamıştı bile. Neden ekilmişti? Editör neden kendi aramamışta sekreterine aratmıştı? Acaba yazdıkları gerçekten editörün okumasına değmeyecek kadar değersiz miydi? Cevdet sorularını kendi kendine sorup cevaplamaya alışmıştı aslında ama bunu herkesin içinde yapmak istemedi. Sakin olması gerektiğine karar verdi.
-Buyurun beyefendi çayınız
Cevdet her zaman takındığı kibar tavırla teşekkür etti. Çalışan insanlara çok büyük saygı duyardı. Özellikle de garsonlara. Ona göre dünyanın en zor işlerinden biriydi garsonluk ve sipariş verirken ya da siparişi geldiğinde onlara olabildiğince nazik ve kibar davranmak isterdi. Masada duran sigara paketinden bir sigara alıp yaktı. Çayına üç şeker atıp karıştırdı. Bir anda on beş dakikadır bakışlarını kaçırmak zorunda his ettiği kızla göz göze geldi. Bu sefer başını çeviren Cevdet olmuştu. İçinden neden yüzü bana dönük oturmak zorunda diye düşündü.On beş dakikadır sağ tarafında bulunan deniz manzarasını izlemekten bıkmıştı. Cevdet deniz olmadan yaşayamam diyen insanlar sınıfına girmiyordu.18 Yıllık İskenderun deneyiminden sonra bu sefer de İstanbulda denizle baş başa kalmıştı.Ancak Marmara denizini Akdeniz kadar yakın bulmamıştı kendine.Önce sigarası bitti sonra da çayının son yudumunu aldı. Hesabı aşağıda ödemeye karar vermişti. Oturduğu yerden kalktı. O anda istediği tek şeyin karşısındaki masada oturan kızın yanına gidip yarım saat önce ona gülmediğini söyleyip olayı anlatmak olduğuna karar verdi. Biriyle konuşmaya gerçekten ihtiyacı vardı. Bunu yapmalıydı
-İyi günler, rahatsız etmek istemem. Ancak…
_Anlamadım?
Cevdet büyük oynuyordu. Yıllardır ilk defa sonunda ne olur diye düşünmeden bir iş yapıyordu. Amacı kendini açıklamak değil adeta bu dünyada var olduğunu havva kızına ispatlamaktı.
-İzin verirseniz oturabilir miyim?
_Neden?
Unutun gitsin dedi Cevdet. Arkasına bile bakmadan çıktı kafenin terasından merdivenleri kullanarak aşağıya indi. Üç lira gelen hesap için beş lira bırakmış üstünü beklemeden Beşiktaş rıhtımından kartala doğru yürümeye başlamıştı.
-Aptalsın Cevdet aptal. Sana ne elin kızından. Alış artık yalnız öleceksin. 
Bir yandan da bilgisayar çantasını tutmayan sol eliyle sakalını kıvırıyordu. Sinirliliğini, sıkıldığını, mutsuzluğunu, mutluluğunu hep aynı beden diliyle açığa vururdu. Sakalıyla oynamak…
Barbaros bulvarından yukarıya doğru yürüyordu. Adımları neredeyse koşar adım sayılabilirdi.Conrad otelinin oraya kadar çıkmıştı ki nefes nefese kaldığını fark etti. Ciğerlerinin çok iyi durumda olmadığının farkındaydı. Havanın soğukluğuna bir de kronik alerjisi eklenince orada bayılma ihtimalinin bile olabileceğini düşündü. Biraz durup dinlenmeye karar verdi. Köşedeki kaldırımın üstüne oturdu. O arada telefonu çaldı. Arayan Turgut idi.
-Efendim canım -Cevdet Turgut’a hep böyle hitap ederdi. Onu kızdırdığı zamanları saymazsak.-  
_ Nasıl geçti görüşme? Kitap ne zaman çıkıyor?
"Editör gelmedi." dedi Cevdet sesi öz sesine benzemez bir tondayken.
_Neredesin sen?
-Barbarostayım.
_Bizim kafeye geç 15 dakikaya oradayım ben gelince konuşuruz uzun uzun.
Cevdet tamam deyip kapatmıştı telefonu. Zaten Turgut aramasa o arayacaktı onu. Birbirlerine hep destek olmuşlardı son üç sene. Cevdet yazmaya Turgut sayesinde başladığını hiçbir zaman gizlemez bunun için de ona teşekkür ederdi . Bir araya geldiklerinde keyiflerine diyecek olmaz saatlerce edebiyattan şiirden ülkenin halinden konuşur da konuşurlardı. Şimdi ona gerçekten ihtiyacı vardı. Oturduğu yerden kalktı. Yıldız teknik üniversitesinin Beşiktaş kampüsünün önünden üst geçide çıkıp karşıya geçti. Kendi okulunun önünden geçerken hiçbir şey hissetmemişti. Hep kızardı kendine ait olmadığı bir dünyaya 5 sene hazırlanacağı için. Düşünüyordu da 5 yıl okuyup mühendis olduğunda daha doğrusu mühendis diploması aldığında ne olacaktı? Cevabı hep ertelenen bir soruydu bu şimdi de olduğu gibi.  Bu sefer Conrad oteli tüm şıklığı ve devasalığıyla tam karşısında duruyordu. Garanti bankasının bulunduğu köşeden sağa döndü. Şans kafe her zamanki gibi boş ve onu bekler vaziyette duruyordu. Şirin bir yer sayılabilirdi şans kafe: Dışarıya atılmış iki masa ve dört sandalye vardı.Bir masaya üçüncü kişinin oturma ihtimali kaldırıma çökmekten geçiyordu. Her zaman yaptığı gibi dışarıya oturdu. Turgut’un gelmesine biraz daha var diye düşündü içinden. Bilgisayar çantasının fermuarlı cebinden kitabını çıkardı. O arada Osman abi yanına gelmiş ve halini hatırını sormuştu.
-Aynı be abi ne olsun sen de nasıl gidiyor ?
_Bakalım biraz daha hareketli sanki bugünlerde ama yetmez Cevdet’im. Biliyorsun fazlasında da gözüm yok. Akşamına rakı soframı kuracak karnımı doyurup birkaç kitap alacak kadar kazansam yeter.
-Biliyorum abi. Sen kötüsünü düşünme bizim gibiler elbet bulur bir şekilde para dediğin kağıt parçası.
_Öyle öyle. Ne okuyorsun sen?
-Esir Şehrin insanları.
_Kemal Tahir diyorsun. Ne de güzel anlatıyor değil mi kendine aydın diyen zümrenin vatanını değil de kendi faydasını düşündüğünü çoğu zaman.
-Ben normalde sanatın sanat için olduğunu savunurum abi ama bazı dönemler vardır ki dünyanın en yetenekli en sanatsal yazarlarından da olsan dilini bir işlev için kullanmak lazım gelir. O dönem belki de bu dönemlerden biri işte. Hatta belki bugünün Türkiye’si de bundan kaybediyor. Aydın diye adlandırılan kesimin sorumluluktan kaçıp halka sırtını dönmesinden.
_  Haklısın aslanım iyi değil bu vaziyet. Neyse tutmayım ben seni çay getiriyorum oku sen kitabını.
-Eyvallah abi.
Cevdet 8 aydır tanıyordu Osman abiyi ama sanki tüm hayatı boyunca görmüştü onu.Dizilerde,filmlerde her zaman bir Osman abi vardı. Bilgili , kültürlü , zevkine düşkün ve biraz kaba bir tabirle alkolik. Deli yürekteki kuşçu sanki Osman abiden esinlenerek yaratılmıştı. Kitabının 408. Sayfasını açmış ve kendini Kemal Tahir'in akıcı ve kurgusal yapıdan kusursuz eserinin içinde bulmuştu. Kamil karşısında volta atıyordu adeta. Bir ara durakladı,masasından sigarasını aldı ve yaktı. Bir yandan da Nermin ile Ayşe’yi düşünüyordu. Vatan uğruna dedi. Ne yapalım vatan uğruna. Cevdet sanki bu kelimeleri Kamil’in ağzından duymuş, sigarasını nasıl içtiğini görmüştü. Belki de bu yüzden okuyup yazmak benim için nefes almakla aynı şey diye düşündü. Ardından okumaya devam etti. Birkaç dakika sonra Osman abi çayı getirip masaya bıraktı.
-Eyvallah abi teşekkür ederim.
_ Rica ederim Cevdetim.
  Çayına üç şeker atıp kaldığı yerden okumaya devam etmek istedi. Ancak beyni buna engel oluyordu. Kitabı bıraktı. Çayından ilk yudumu alırken sigara yaksam mı diye düşündü. Sonrasında ise bugün yaşadıklarını geçirdi aklından. O kızın yanına gitmemeliydim dedi. İçinden konuştuğunu sanıyordu ama gelen bir ses bu sanısının yanlış olduğunun farkına varmasını sağladı.
_Hangi kızmış bu bakalım? Çapkın seni!
-Hoş geldin Turgut. Gel !
_ Şakayı bir yana bırakalım da ne oldu anlat sen bu kız olayı ne iş?
-Editör beni ektikten sonra kafede tek başıma otururken birden ne olduysa oldu.Ben de onu düşünüyordum sen gelmeden.Kızla birkaç kez yüz yüze geldik ben de o ara içimden bir şey düşünüp gülüyordum.Büyük bir ihtimalle ona güldüğümü sanıp yüzünü çevirdi. Ben de biraz utandım. Tam kalkıp gidecekken birden sanki beynim ve ayaklarım aradaki iletişimini kaybetti. Tek hatırladığım senin ve Osman abinin dışında bir insanla içten bir sohbet etme isteğimin olduğuydu o an. Masaya oturabilir miyim dedim. Neden dedi? Çektim gittim. Sonra da burası işte. 
_ Sen ve böyle bir olay ha. Bence çok ta güzel yapmışsın. Hatırlar mısın? Üç gün önce seninle konuşmuştuk.Kendimizi ne kadar soyutladık diye insanlardan ya da artık seçiciliğimizin ne kadar ütopik olduğunu söylemiştik birbirimize. Belki de farklı bir insan iyi gelecek bize. Aslında artık bu yalnızlık beni de boğuyor. Sevgi dediğin şey arayıp bulunmaz elbet farkındayım ama biz bize gelenlere de kapattık kalbimizi.
- Bilmiyorum Turgut kafam şu an çok karışık. Galiba tek istediğim eve gidip yazmak şu anda. 
_ Zaten artık yazmasak sorun bizim için. Hayal dünyamız daha tatlı geliyor galiba. Ben de bu reel dünyayı sevmiyorum…
Cevdet çayından bir yudum daha alırken Turgut  cebinden çıkardığı sigara paketinden bir sigara alıp yaktı. Cevdete de bir dal uzatıp sigara paketini geri cebine koydu.
_ Yazdın mı hiç son görüşmemizden beri?
- Karaladık bir kaç satır sen?
Turgut bu sorudan sonra elini çantasına attı. Şiir defterini çıkartıp Cevdet in önüne koydu.
_ Oku da bir sesli yazdıklarım senin nefesinde can bulsun.
Cevdet hafiften gülümsedi.Şiir okumak en sevdiği şeylerden biriydi hele ki Turgut’un yazdıklarını okumak onun için sanki üç aydır görmediği annesine sarılmak yahut  frambuazlı pasta yemek kadar sevindirici ve moral vericiydi.




Cevdet eve geldiğinde saat 8.17 idi. Turgutla saatlerce süren sohbetinden sonra biraz olsa da rahatlamıştı ama yalnız kaldığı andan itibaren-ki bu Turgut la birlikte bindiği 30M den Osmanbey de inişine denk geliyordu-aklında yine bugün yaşadıkları vardı. Korkuyordu. Kaybetmeyi alışkanlık haline getirmekten korkuyordu. Belki de ilk defa yalnızlıktan korkuyordu. Kendine henüz itiraf edemese de bu onun kesip atılması gereken kangreni haline gelmişti artık. Ayakkabılarını çıkardıktan sonra montunu astı. Yanında götürmüş olduğu bilgisayarını salona bıraktı. Ardından üstünü değiştirmek için odasına gitti. Önce ceketini çıkartıp düzgünce askılığa astı. Ceketini sırasıyla gömleği,kemeri ve pantolonu izledi. Eşofmanlarını giyip salona geçti. Cevdet 8 aydır yalnız yaşıyordu. Ev pek büyük sayılmasa da ona yetecek kadar eşyaya sahipti. Tek odalıydı ve içinde mutfağı olan bir salonu vardı. Dikkatlice gözlem yapan biri bu evde bir öğrencinin yaşadığını düşünmezdi. Her şey derli toplu ve temizdi. Cevdet kanepeye uzandı ve düşünmeye başladı. Bugün yaşadığı her şeyi yanlışıyla doğrusuyla düşündü. Zihninin içinde bazı sesler yankılanıyordu. Neden? Anlamadım? Güzel kızdı dedi zaten beni ne yapsın. Peki editör? O yavşağa ne demeli? Sanki tüm edebiyat dünyası babasının. Ona ihtiyacım yok ki yazdıklarım bana yeter. O olmaz ise bir başkası,yazdıklarıma güvenen ve inanan bir başkası mutlaka çıkacaktır. O sırada dışarıda sanki İstanbul'un tüm pisliğini temizlemeye inat etmiş tanrılar tarafından yağdırılan bir yağmur vardı. Cevdet kanepeden kalkarak montunun cebine elini attı. Aradığını bulamadığı için biraz şaşırmıştı. Daha sonra sigara paketini odasına koyduğunu hatırladı. Odasına gidip sigara paketinden bir sigara aldı. Balkona çıktı ve sigarasını yaktı. Yağmur ruhuna ruhuna yağıyordu. Sigarayı tutmayan elini dışarıya doğru uzattı. Bu ona biraz daha iyi hissettirdi. Islanan elini saçlarına götürüp biraz da olsa kuruladı. Sigarasını içmeye devam etti. Karşı binada bir teyze mutfakta bulaşık yıkıyordu. Bunu nasıl oluyor da bu kadar net görebiliyordu anlam veremedi. Sigarasından son bir nefes alıp aşağıya attı. Yağmur hızını azaltmadan yağmaya devam ediyordu. İçeri geçip bilgisayarını kılıfından çıkardı ve açtı. Dosyalarım- Özel dosyalar- CEVDET GÜNLÜK. Parola : İNSAN SEVMEYEN HÜMANİST
Günlük dosyasını açmış ve tarihi not düşerek yazmaya başlamıştı. 

30.04.2015

Bugün farklı olacak. Güne böyle başlamıştım çok iyi hatırlıyorum. Gözlerimi ilk açtığımda söylediğim ilk sözler bunlar olmuştu. Gün bitmeye yakın anladım ki farklı gün kavramı benim için henüz geçerli değil. İdeallerimize giden yolda bir çukura düştük bugün. Bu çukur belki içinden bir daha çıkamayacağım kadar derin belki de bir adımımla kurtulabileceğim kadar sığ. İki ihtimal de bana bağlı gibi. Hayatımın hiçbir döneminde karamsarlığa düşmemezlik yapmadım. Hep bir sorun ve bunun ardında oluşan yan sorunlar yarattım kendime. Belki bu da onlardan biridir. Kendimi yenebilirsem herkesi yenebilirim. Asıl sorun kendimle olan savaşımı kaybetmem olabilir mi sürekli?  Bugünün sevindirici tek yanı ise artan göğüs ağrılarım ve bir kez daha insan ırkı tarafından itina ile dışlanmam olabilir. Toplumu sevmediğimi söylüyorum bu konuda bir sıkıntı yok tabii. Ama o kızı sevebilirdim. Küçükken çok sevdiğim oyuncak ayım gibi. Kafka’nın Milena’ya, Cemal Süreya’nın Tomris Uyar’a verdiği sevgiyi verebilirdim. Biz insanlar komiğiz. Önemli olanın sevilmek olduğu sanıyoruz aslında sevmek daha kutsal bir eylem. Beklentisi olmadan,karşılıksız ve safça sevmek birini ne kadar da asil ve güzel bir davranış. Seviyorum seni kafedeki kız. Seni, seni tanımadan seviyorum. Ağzından duyduğum o  kelimeler ne kadar da önemsiz benim için anlamıyor musun?

    Cevdet bilgisayarda bulunan dosyasını kaydetti ve kapattı. Ardından masaüstünde duran yaz 2014 klasörünü açtı. Usul usul annesiyle olan fotoğraflarına baktı. O kadar çok özlemişti ki meleğini gözü doldu bir anda. Yalnız yaşamanın faydaları dedi gayet anlaşılır ve yüksek bir sesle
-Ne  konuşursam konuşayım kimse duymuyor. Ne zaman gözüm dolsa hemen silip insanlara çaktırmamaya çalışmama gerek olmuyor. İstersem ağlarım istersem gülerim. Kendi tercihlerim, kendi pişmanlıklarım ve kendi yalnızlığım.
Neden sesli konuştuğunun kendisi bile farkında değildi. Ama hala konuşmaya devam ediyordu.
-MFÖ boşuna mı söylüyor,Yalnızlık ömür boyu diye.
 Annesine son bir kez daha baktı. Bugün telefonda da konuşmamışlardı. Arasam mı diye çok düşünmüş sonra da üzgün olduğunu belli edebileceği endişesiyle bugünlük annesiyle konuşmama kararı almıştı. Bilgisayarını kapattı. Önce banyoya geçip dişlerini fırçaladı. Ardından da saatin kaç olduğuna bakmaya tenezzül bile etmeden odasına geçip yatağına girdi. Kafasını yastığa koydu ve her gece olduğu gibi kendini hayal dünyasının dertsiz,pervasız ama bir o kadar da ütopik serüvenlerinden birine bıraktı. Bir gece aşık oluyor, bir gece kitapları yüz binler satan bir yazar oluyordu Cevdet. Hep kendiliğinden gelişen,bol kurgulu hikayelerin bugünkü kısmı tamamıyla kafedeki kızın üstüne dönecekti. Cevdet gözlerini kapattı. Artık nefes aldığı gerçeklikten çok uzaklarda farklı bir dünyanın cumhurbaşkanıydı. Belki de kralı desek daha doğru olabilir galiba.


                                              Küçük Adam

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder