27 Aralık 2019 Cuma




                                                          LEYLA ÖLDÜ HAMDİ GİTTİ             


          Leyla'nın Ateş tarafından katledilmesinin üzerinden iki yıl, bu olayın ardından evden dışarı çıkmaya karar verip Pavlov ile tanışmamın üzerindense altı ay geçti. Hamdi kapıcılığı bıraktı. "Bir masada ancak iki deli sohbet edebilir Denüz. Üçüncü deli masaya oturursa o masada kavga çıkar." diyerek ve istifasını önce yüce Honos'a ardından da yüce Rabbime sunarak, bunların üstüne tazminatını da içeride bırakarak gitti artık kapıcı olmayan kapıcı Hamdi. Benim adım Deniz. Ve ben Leyla'nın yüce Rabbim tarafından alıkoyulmasından yirmi iki ay, Pavlov ile tanışmamdan dört ay sonra intihar etmeye karar verdim. Bizzat öteki dünyaya gidip Leyla'yı gaddar Rabbimin ve onun sipahi kulları olan meleklerinin elinden kaçırmak için...


      Materyalist felsefenin ilk kuralının Tanrı'ya iman olduğunu düşünmüşümdür her zaman. Aynı zamanda Tanrı'nın yani yüce Rabbimin ve onun eş başkanı yüce Honos'un gaddar olduklarına karar verdiğim için kendi Tanrı'mı yaşamakta bulunduğum ancak belirli bir süre sonra yaşamakta bulunamayacağım-maalesef- bu yeryüzünde bulmaya karar vermiştim o zamanlar. İşte Pavlov'la tanışmamın tam da bu fikirler kafamda dolaşırken, Kadıköy'de bulunan boktan bir barda kürt Rock müziğinin efsane vokali Ahmet Kaya'nın "Suphi, suphi bir acayip adam" şeklinde rock müziğini kusursuz ancak biraz lokal şekilde icra ettiği sırada, biradan ve votkadan mağlup olmuş midelerimizin ve beyinlerimizin "kim lan bu Suphi?" şeklinde tepki verdiği ana denk gelmesi kader denen alın yazısının çok boktan bir edebiyatçı tarafından yazıldığına kanıt oluşturmaz mı sizce sevgili materyalistler?

 "Bir barda bir deliyle karşılaşırsan kaçacaksın Denüz." demişti o gece yanımda bulunan ve oturduğu kısa, sıska bar sandalyesinde sütünü içmekte olan, şu anda kapıcılık mesleğinden istifa etmiş olan kapıcı Hamdi. Ona küfür etmiştim hatırlıyorum. İşte benim en kötü özelliğim sevgili okur. Ne kadar içersem içeyim bir insana ya da bir kapıcıya küfür edersem onu hatırlarım. Ben insanları kapıcı ya da kapıcı değil şeklinde ayırmam. Bu da benim yüce gönüllülüğüme bir örnek olarak aklınızda durabilir. Rıza Abi'nin Kadıköy'ün unutulmuş sokaklarından birinde bulunan ve sadece benim gibi deliler ya da yine benim gibi sevdikleri kadınlar bu kadınların sevdikleri erkekler tarafından öldürülmüş olan delirmiş aşıklar tarafından bilinen bu bakımsız, dar ve erkek kokan barında, Pavlov ile tanışmam aynen anlatacağım gibi olmuştur aklınızda hiç şüphe kalmasın.

 Bir adam masadan kalkmıştır. Tesadüf eseri bu adam bana çok benzer. Üzerinde benim de o gün giydiğim denizci yaka hardal sarısı kazak vardır. Altında annemin altı sene önce bana aldığı eskitilmiş kotun aynısından vardır. Kapıcı Hamdi'ye benzeyen çirkin bir cüce o adamın paçasından tutarak "İyi misin Denüz?" der. Adam küfür eder. Kapıcı Hamdi'ye benzeyen çirkin cüce üzülür ve önünde bulunan süt bardağını kafasına diker. Bardağı hışımla yere fırlatan cüce sinirlenir. "Bana küfretme artık Denüz piçi" diye bağırır. Adam arkasına dönüp cüceye orta parmağını gösterir. Adam elinde bira olan başka bir adama çarpar. Tam da zaman o anda yavaşlar. Einstein dil çıkarır ve gülümser. Leylanın bana verdiği kolyenin aynısından takmakta olan adam diğer adamın üstüne kusar...




küçük adam


         

17 Aralık 2019 Salı



Aklımda tanımadığım bir adamın intiharı
Aklımda doğmamış bir çocuğun gülümsemesi
Aklımda sevdiğim  kadının göz yaşları
Aklımda goncalar umut, aklım sükut
Bütün yaşam işte
Benden önce, benden sonra
Bu yolları daha önce de yürüdüm biliyorum
Şuradaki ağaçlar tanıdıktır
Orada havlayan köpekler dost
Bu yolun sonu çıkmazdadır
Aklımda yol bitti
Aklımda goncalar korku,aklım sukut


küçük adam


24 Kasım 2019 Pazar



oyun işte bu sürekli dönüp durduğumuz
leylakların  kanatlarını morartmış leylekler kanı akar mı hiç
utanmam eğer hatırlamazsam
ki bilirim en çok bana yakışacak unutmak
ve kabalaşamamak canımı acıtıyor  benim içim inci bir haz
adımsamak geliyor içimden birden ona sana
anlam kazanmıyor zamanla saçma
kaçma
paçama bok savurmayın artık yorgunluğun sınırını aşmış kefene girmiş dilenci
dilenci
ayna









21 Kasım 2019 Perşembe




İnsanları izliyor ve bir şiir kuruyorum oturduğum yerden
Her kadının bir erkeği, her erkeğin bir kadını görünüyor ne hoş
Bu tek başınalığın verdiği bunaltıları düşünüyorum
Bulantıları düşünüyorum
Sonra aniden aklıma geliyor keçileri kaçırdığım
Çamaşır tellerinin üzerinde geziyormuş dev örümcekler
Kapının dibinden el sallıyormuş bir kadın
Uyanıyorum ardından, kafamda yüzlerce utanç
Tanıdığım bütün yüzlerce utanç duyuyorum
Gazete satan çocuk bağırıyor başında bir şapka yada fes
Kuyara'da yangın çıkmış
Adako'yu sel basmış pes
Cemal'i arıyorum hemen
Sıfırbeşyüsotussekiz...
Cemal açmıyor telefonu, meğerse Cemal yangında ölmüş




küçük adam

12 Kasım 2019 Salı




                                                 ZENCİ RAMAZAN

Uykusuzluğa tahammülü kalmamış kurnaz Zenci Ramazan'ın
Katletti o gece el vavien'i ile alarmını saat dörde kuran herkesi
Bir nevi fedakarlıktı yaptıkları, cezası doğumun meşru anlamlısı
Bu metaforlar kim, hangi mesleğin erbabı?
Toplansın toplumun bütün didaktik fertleri, cevaplasın
Aşk hangi iblisin icadı?
Bunlar gibi cümleler sıraladık ardı ardına
Biri diğerinin ardından gelen
Ben, kurnaz zenci Ramazan ve intihara meyilli devrimci Vladimir Vladimiroviç sıraladık
Eksik, noksan, yamalı cümlelerdir bunlar
Böyle böyle şiirler yazmaya çalıştık
Sıradan, değersiz, çalıntı şiirlerdir bunlar
Belki gençtik, belki cahil, belki çok rustuk, belki çok marksist
Belki de sadece aşık olmamıştık henüz
Ramazan çok aşık olmuştu o ayrı
Şahsına münhasır bir zenciydi Ramazan
Türk sanat müziği dinler, Zeki Demirkubuz filmleri izlerdi
Bu gece altı kişiyi öldürdü Ramazan alarmını saat dörde kuran
Bir nevi gereklilikti yaptıkları, cezası ölümün eş anlamlısı




küçük adam 

2 Kasım 2019 Cumartesi


Elif Zeyno'ya



Uzaksın gördüğün bütün rüyalara
Ellerinde kan var
Bu endişeler endişeler
Söyledikleri çelişen katilin öldürdükleri örtüşüyor
Sofra bezleri kirli kalmış masanın bir ayağı eğri
Bu abartılar abartılar
Bir gül solmasın ister bir abdal
Bir aptaldır gülü solduran
Bu tezatlar tezatlar



küçük adam

21 Ekim 2019 Pazartesi



 
              BEN OKUMA BİLİRİM SEVGİLİM, SAKIN BENİ BOŞ BİR ADAM SANMA



Her gün yeni şeyler öğreniyorum sevgilim, beni sakın boş bir adam sanma
Bir kadını kulağının hemen altından öpmek lazım gelirmiş sevişmekten evvel mesela
Ve bir kadını öpmek için sütyeninin kopçasını açmaya gerek yokmuş
Kadınlar memelerden ibaret değilmiş anlayacağın
Boş bir adam olsaydım öğrenemezdim bunları
Kadınları meme zan eylemeye devam ederdim galiba
Ölülerin arasında dolaştım bugün sevgilim, beni sakın ölgün bir adam sanma
İki elimde birer reyhan demeti vardı, hava güneşli ve açıktı
Ve bir ölüye rahmet okumak bana uzun bir süre sonra yaşadığımı anımsattı
Yaşamak dediysem tren raylarının üstünde sevgilim
Bir gökdelenin tepesinde, derin suların altında
Gaz kokan bir mutfağın; ucuz demirden, paslanmış, ayakları eğri eylemiş sandalyesinde yaşamaktan bahsediyorum
Yaşamak yani;
Sokakları mermilerle kaplanmış bir ülkenin taş parkeli yollarında, aradan sıyrılıp senin ayak ucunda biten bir gonca gibi açmaya fırsat bulamadan koparılacak.
Allah goncalara da merhamet eyler bir gün, bir ihtimal,
Birlikte dua edelim sevgilim
"Rabbim, Allahım sana akıl fikir eylesin."



küçük adam

6 Ekim 2019 Pazar





  İKİ BUÇUK ÜST

Bir isyana uyanıyorum sabahları
İsyanlarım sönük kalıyor
İsyancılarım konformist
Akbil basıyorlar, turnikeden atlamıyorlar mesela
Kitapları ve goncaları varmış, molotofa karşılarmış
Hayır diyorum, bağırıyorum onlara 
İşte böyle rüyalar görüyorum geceleri
Arta kalan zamanlarda üç gol bekliyorum
Ev sahibinden yahut deplasman takımından
Beklentilerim karşılıksız kalıyor
Sonbahar yaklaşıyor
Bir yaprak daha düşüyor dalından
Bir yaprak daha düşecek dalından
Görmezden gelecekler yine bilirim
Ben de görmezden geleceğim





küçük adam

28 Ağustos 2019 Çarşamba


                                         
                                                  SAKLANKAÇ
     
     
       Önce bir tarafa doğru gidiyor adımlarım, kısa bir süre sonraysa tersine yöneliyor. Arada aynanın karşısına geçiyor ve başımı kaldırıyorum. Gördüğüm suret tanıdık gelmiyor. Bu anlık bir sinirlenmeye dönüşüyor daha sonraysa boş vermişliğe bırakıyor kendini. Sigaram bittikten sonra tuvaletten çıkıyorum. Görüş gününün yakınlarda olmadığı geliyor aklıma.  Rahatsız olmuyorum bu düşünceden. Bulunduğum konumu değiştirmek konusunda  istekli değilim. İmkanım olsaydı doğduğum yerde, doğduğum odada ölmek isterdim. Hareket etmek yaşama başkaldırmak gibi geliyor bana. Başkaldıranlardan hoşlanmıyorum. Söylemlerimde herhangi bir sistem eleştirisi olduğu sanılsın istemem. Çünkü sisteme dahil olmak, sisteme başkaldırmaktır. Ben sistemden de soyutluyorum kendimi. Odama dönünce dikkatimi kitaplarım çekiyor. Okumadığım yüzlerce kitabın, izlemediğim yüzlerce filmin anlık mutluluğu ayak uçlarımdan başlayarak içime doluyor. Cahilliğin erdemini; koşullu, satın alınmış bilgiye tercih etmişimdir her zaman. Penceremin kenarına kuşlar konmuyor, sokağımda çocuklar oyun oynamıyor, bir mahalle bakkalımız yok. Hayat filmlerde ve kitaplarda anlatılanın aksine romantizm içermiyor. Odamın bir duvarını boydan boya kaplayan pencerelerim kapalı, perdeler içeri ışığın girmesini engelliyor. Alt kattan gelen gürültüler duyuyorum. Üst kattan gelen gürültüler duyuyorum. Gelen gürültüleri çocukluğumdan beri duymuşumdur. Annem sese duyarlı olduğumu ve iyi bir müzisyen olabileceğimi söylemişti ben küçükken. İnanmıştım. İnanmamam gerekirdi. Ben bu hayata geldiğimde kulağıma iki şey fısıldamışlar: Önce ismimi, ardındansa bu isimden başka hiçbir şey elde edemeyeceğimi. Bir müzisyen olamayacağımı, baba olamayacağımı, insan olamayacağımı fısıldamışlar kulağıma. İnanmamıştım bunlara. İnanmam gerekirmiş. Masamın üzerinde duran yemek artıklarını bir peçetenin yardımıyla tek bir hamlede çöp poşetine doldurup, kendimi yatağıma atıyorum. Bir günün on beş-on altı saatini yatağımda geçiririm. Kimi zamanlar uyur, kimi zamanlar düşünür, kimi zamanlar da ölü taklidi yaparım. İnsanlar yaşarmış gibi yapar genellikle. Mutluymuş gibi davranırlar, sakınırlar kendilerini, saklanırlar birbirlerinden. Ben kimseden saklanma gereği duymadım bugüne kadar. Belki de herkes benden saklandığı için. Oyundan önce ısrarla söylememize rağmen, sınırların dışında saklandı herkes ben yumduğumda gözlerimi. Kimseyi bulamadım. Kimseyi sobeleyemedim henüz. İnsan belirli bir süre geçtikten sonra aramayı da bırakıyor. Yirmiye kadar sayıyor ve gözlerimi açıyorum. Biraz yürüyor, etrafta dolanıyor ve en sonunda vazgeçiyorum. Temelli bir vazgeçiş değil bu. Tekrar sayıyorum. Bu sefer otuza kadar. Gözlerimi açıyor ve yürümeye başlıyorum. Bu arayışlar yoruyor. Bazı zamanlar düşünmekten alamıyorum kendimi. Benden başka kimse oynamıyorsa, kim kaybedecek?







                      küçük adam

4 Temmuz 2019 Perşembe


     AY NA

İki farklı ayna var önümde
Bir aynaya bakınca iyilik çıkıyor karşıma 
Bir aynaya bakınca kötülük
Bir aynaya bakınca çirkin görünüyor suretim
Bir aynaya bakınca çirkin
Bir aynaya bakınca tek başınayım 
Bir aynaya bakınca kalabalık

İki aynayı da kırıp parçalamak geçiyor içimden


    küçük adam


9 Haziran 2019 Pazar



Beni de kurtaracaklar bir gün bilirim
Gecenin karanlığına devrim yapacak ahali toplanıp
Bir gün seveceğim aydınlanmasını da gecenin
Yılları alıp sırtıma tırmanacağım en yüksek dağlara
Dedemi yanıma alacağım
Bahur yakacağız ikindi vakitleri
O namazını kılarken savuracağım bütün kötülüklere kılıcımı
Seveceğim bir gün yaşamayı, yaşatmak için goncaları
Pişmanlıklarımdan yoksunmayacağım, hüzünlerime kırılmadan büyüteceğim umutlarımı
Çocuk gülüşlerini toplayacağım ağaçlardan, bebe sevinçlerini kazıyacağım hatıralarımın üstüne 
Sonra takarım tacımı
İlan ederim kendimce
Kendimin kendiliğini
Bireyin varlığına şirk koşanlara sabrederim hoşgörüyle
Annemin yanaklarından öperim en kuytu köşelerinde mutsuzluğun hüküm sürdüğü ülkelerin
Özgürlüğü ve aşkı yaşatmak için ıssız sokaklarında
Anlatırım anlamsız bütünlüğümün işe yaramazlığını
Yok edilir, darp edilirim
Var olmayışım varlığımdır
Varlığım denktir hissettiğim yokluğuma

ahmakça, 
sıradan, 
umarsızca





küçük adam








8 Haziran 2019 Cumartesi




Kullanılmış ve kirlenmiş hayatlarımızın arasında kaldık
İleri gidenler dönüyor geriye
Geride kalanlara “ha gayret” diyor daha arkalardan bir adam
Ha gayret
Bir gün yetişeceğiz hep beraber en geriye
Ve o zaman başlayacak başlaması muhtemel kavgaların en büyüğü
Bir annenin oğlunu gömdüğü,
Bir babanın ışığının söndüğü,
Bir insanın doğumunun öldüğü,
İnsanın doğumu ölür mü?
Öldüler
Ölüyorlar
Doğacaklar elbet
Sokaklara yayılacak bir gün kutsal kaselerin içinde şarap kokusu
Vaftiz babamla kirvemi alıp yanıma,
Herkese birer kadeh şarap ikram edeceğim
Dua edeceğim bütün riyakarlığımı üzerime kuşanıp,
Tanrı’nın, abimin köpeği Pablo’nun ve rahmetli dedemin bağışlanması için.




      küçük adam

29 Nisan 2019 Pazartesi




Bekliyorum
Kağıttan gemilerimi yüzdürüyorum gökyüzünde
Bulutlarca deniz karanlığa yağıyor
Adımlarım durağan
Sanırsam gözüm arkada kalacak gittiğimde
Bilmez miyim,
Hayat bir yanıyla gerçektir
Büyükçe bir kısmıyla da hayal
Hiç düşünmez misin
Dünyayı gezmek isteyen bir adamın sıkışıp kaldığı duvarlarca yalnızlığı,
Sabahları parkları, geceleri meyhaneleri mesken tutan turunç bereli Ahmet'i
Hisarın delisi Masum'u
İstanbul'un ay ışığına teslim olduğu gece vakitlerini
Ben düşlerim
Saçlarımın beyazlamışlığını
Alın çizgilerime sebep yılları
Huysuzluğumu gölgeleyen çocuk gülüşlerini düşlerim
O zaman ziyanı kalır elimde hayatın
Anlamını yitirir varlığımın sükuneti
Çığlıkları duyulur,
Çığlıkları duyulmaz





17 Nisan 2019 Çarşamba



Üstünde gezdiğim kırların altında kalacaksa bile yarınlarım
Ben devam edeceğim o çiçeği koparmamaya
Bu huzursuzluğu alıp taşıyacağım öteye
Geceyi sabaha çevirecek elbet zaman
Sonra bir manasızlık başlayacak
Önce aynalarda
Suretler haykıracak suretlerin farklılığını
Sokaklara taşınacak hayata dair ne varsa
Adımlarımıza karışacak yüce insanlığın yüceliği
Kaybolacak
Vakti yakındır
Çiçekleri solacak kaldırım taşlarının arasında biten goncaların
İnkar edecekler bir bir
Bunun adı riyakarlıktır


  küçük adam






24 Mart 2019 Pazar


                                                              KEMAL NACİ


       Bende mi bir değişiklik var yoksa çevremdeki dünya mı değişiyor anlayamıyorum. Haklısınız. Yok alınmadım, doğru olabilir söyledikleriniz. Zaten alınmak ne imiş unutalı asırlar oluyor canım. Unuttum dedi isem öyle bir anlık, kolayca olan bir iş gibi düşmesin aklınıza. İnsan son çare unutur. Kaybetmeyi alışkanlık haline getirmeye başladı mı göze alabilir ancak unutmayı. Belki de böyle değildir. Unutmak ister belki de kişinin kendisi. Kendisini, başkalarını, dünyanın bütün çiziktiren insanlarını.
      Ben de çiziktiririm genellikle. Bazen parklarda, bazen vapur bekleme salonlarında; çok nadir de olsa ganyan bayilerinde. Yine yanlış anlayacaksınız, izin verin açıklayayım dostlar. Atları seviyorum ben. Yoksa kumarda, parada gözüm yok. Bizim peder bey sağ olsun. Lafı- güzaf yapıyorum efendim, kendileri vefat edeli bir beş sene kadar oluyor. Neyse ne diyordum. Atları seviyordum en son. Bizim rahmetli peder bey götürürdü beni küçükken Veli Efendi'ye. Hipodrom olanına canım. Gerçi bizim mahallede bakkal Veli Efendi de vardı ancak ben küçüktüm o sıralar ve Veli amca der idim kendilerine. Bizim pederin babasının çiftliği varmış çok öncelerde oradan bulaşmış ona da at sevdası. Baktı bu çocuk bana benzemeyecek. Olur mu öyle iş dedi, benzetti sevgili anlatıcınızı da bu konuda kendisine. Atları geçelim, bir yararı olmayacak bize anlaşıldı. Kusura bakmayın heyecanlıyım biraz. Stres atmak için düşüyorum bu satırları.
      Meliha hanım ile görüşeceğim birazdan. Kendilerini zar zor ikna edebildim Baylan pastanesinde görüşmeye. Tabii küçük hanım haklı. Ondaki aile sizde olsa  siz de haklı olurdunuz emin olun. Gerçi sorun ailesinden mi kaynaklanıyor yoksa benden mi o da muamma ama olsun. Sonuçta gelecek Meliha hanım. Merakta bırakmadan birazcık anlatayım durumu. Şimdi efendim, küçük hanımın kıymetli babası Maruf Bey mühendis. Hem de yüksek mühendis. Sosyetemizin değerli simalarından kendileri. Bizim pederin de arkadaşı. Arkadaşıydı yani rahmetlik olmadan bizim peder. Maruf bey babacım eskiden beri sevmezler beni. Aklım bir karış havadaymış, edebiyatla kalemle karın doymazmış, hem erkek dediğin güçlü kuvvetli olurmuş. Nereden uydurur bu lafları bilmem Meliha'nın da aklına giriyor son zamanlarda. Geçen hafta görüştüğümüzde söyledi Meliha. Benimle görüşmeye devam ederse helal etmeyecekmiş babalık hakkını. Deyyus işte, etmezse etmesin. Kuzum, dedim Meliha'ya. Sen hiç merak etme. Ben peder beyin suyuna gideceğim yavaş yavaş. Dinlemedi bir türlü. Seni artık görmek istemiyorum, diyip çekti gitti geçen hafta. Dün aradım da benimle görüşmezsen eve gelir olay çıkartırım, dedim. Zar zor ikna ettim buluşmaya.
    Siz şimdi aklınızdan ne Meliha imiş arkadaş diyorsunuz bilirim. Ancak siz bilmezsiniz Meliha'yı. Bir gülsün yanınızda aklınızı başınızdan alır geri vermez daha sonra. Omzunun başladığı yerde biter saçları. Utandığı zamanlarda gözlerini kaçırır benden, iki elini dizlerinin üstünde birleştirip eğer başını önüne. Daha sonra muhallebiyi sever, yanına limonata, Ama buz olmayacak içinde. Narindir, zayıftır bünyesi, Tanrı korusun hemen hasta olur Meliham.
    Pastane de bugün ne kalabalık böyle. Sesten, gürültüden kendi yazdığına konsantre olamıyor insan. Daha Meliha'ya neler söyleyeceğimi bile kuramadım tam kafamda. Yan masadaki veled-i zina kafa bırakmadı ki adamda. Bakamayacaksanız lütfen doğurmayın ama canım. Hiç sevmem çocukları. Mızmız, sorunlu, bakıma muhtaç canlılar. Eninde sonunda kötü bir bireye dönüşecek; pederlerinden, validelerinden nefret edecek küçük para yiyicilerdir çocuklar. Gerçi bende bir sevgisizlik durumu baki uzun zamandır. Meyveleri, ağaçları, gökyüzünü hatta kitapları bile çekilmez bulma durumu hakim. Dergiye yazı göndermeyeli bir ay oluyor. Valide hanımı ziyarete gitmeyeli iki ay. Ama arada olur böylesi. İnsana bir bıkkınlık gelir dostlar. Yoksa bunlar belirli sorunlara işaret değildir. Nasıl mı sorunlara? Önemsiz detay belki ama bizim peder mesela. Yine konuşurdu böyle. Varoluşsal sıkıntılar derdi. Dolamıştı diline. Tabii ben biraz daha toyum o zamanlar. Yeni yeni Camus okuyorum, kolay değil memlekette çevirisini bulmak. Anlamadım hiç. İşleri bozuldu herhalde, geçer zamanla diye düşündüm. Sonra öyle öyle canına kıydı işte bizim peder bundan beş sene önce. Söylemiştim değil mi efendim ne zaman olduğunu. Akıl mı kaldı bende. Bir yandan Meliha, bir yandan şu sanat sepet işleri. Bir de yan masada gazoz istiyorum, sütlaç istiyorum, diye zırlayan veled-i zina var tabii. Zor dostlarım çok zor. Sevmek, şiir yazmak, bir de toplumun içinde birey olarak var olmak çok zor. Tanrı mı? Yok hiç yardım etmedi bugüne kadar, göremedim bir hayrını. Zaten bundan sonra da edecekse ben istemem. Eksik olsun varlığı. Neyse galiba Meliha gelmeyecek. Yavaştan kalkayım ben dostlar. Belki Veli Efendi'ye giderim belki de validenin yanına. En iyisi yolda karar vermek.






                                                         küçük adam

16 Şubat 2019 Cumartesi





   
                        VAN GOGH EST MORT




………………
Bununla beraber de tutunmak geliyor içimden.
İzbe taşra yollarına çıkan ayak izlerimizin üstüne onlarca kez basılmış
Tanışık olmadığımız kızıl sakallı kuzey avrupa korsanları tarafından
Taşrada hayat devir daim eder sevgilim
Ayak izleri ve korsanlar
Tekrar ayak izleri
Ardından imam
İman sevgilim
Belki de bize lazım olan imandır
Önce kendime sonra sana akabinde de Allaha
Korsanlar pagan
Ayak izleri deist
Benim içinse anarşist diyor kahveci Seyit
Düpedüz çekememezlik bu
Düpedüz hıyanet
Diyanet sevgilim
Bizim köye geldi geçenlerde
Bir toplantı vuku buldu köyümüzün tek okulunun bahçesinde
Köyümüzde okul tek
Cami birden fazla
Devletse yok sevgilim
Sahi nerede bulunur devlet?
Bize Allah’ı, Muhammed’i ve parayı anlattı gelenler
Allah’ı ve Muhammed’i anlamamışlar
Paraysa onların işi
Cebimizde ne var ne yoksa aldılar
Ben isyan ettim, korsanlar kaçtı
Ayak izleri aynı yerde sevgilim
Ancak ağrılılar
Hayır Ate gelmedi, Thanatos da ortalarda yok
Van Gogh est mort.


küçük adam

6 Şubat 2019 Çarşamba




                                                                  YABANİ


   

      "Büyümek ile çürümek arasında bir bağ olduğuna inanıyorum ben. Zamanın getirisi olan iki farklı yol. Zamanın içinde, zamandan etkilenen, zamanı etkileyen iki farklı davranış biçimi. İnsan önce büyümeyi öğrenir. Kısıtlı bir süreliğine büyüdüğünü zanneden insan davranışlarını, isteklerini buna göre şekillendirir. Büyümek bir yerde durur. Büyümenin durduğu yerde çürüme başlar. İnsan çürümeye mahkumdur. Çürümek öğrenilmez, dayatılır. İnsan kendine dayatılanlara karşı koymaya yetecek olgunlukta olmamıştır hiçbir zaman. Düşünecek olursak, çürümeye karşı koyamamış, dayatılana boyun eğmiş insanlığın özgürlüğünden ne ölçüde bahsedilebilir? Özgür irade var mıdır? İrade bireyin dışına çıktığında, toplumla ilişkilendirildiğinde yani, kaybolur. İrade bireye indirgendiğinde de kaybolur. Çünkü toplumun içinde yaşayan birey, yok hükmündedir. Bence özgür iradenin varlığından yada yokluğundan bahsedeceksek, ki ben burada vardır ya da yoktur demiyorum lütfen buna dikkat ediniz, önce bireyin varlığını kabul edip etmediğimizi tartışmalıyız. Benim ortaya attığım soru bu. Günümüz dünyasında birey var mıdır yok mudur?"


   Ne demek istediğini anlamamıştım. Hayatımın hiçbir döneminde anlam karmaşası yaratmak ya da insanlarının kafasını karıştırmak için kelimeleri raks ettiren insanlardan haz etmemiştim. Gereken ölçüde basit konuşmaya çalışmış, aynı davranışı karşımdaki insanlardan da beklemiştim. Bu sefer aynı değildi. Ne dediğini anlamamıştım ancak söylediklerini anlamak için çaba sarf etmem gerektiğinin farkındaydım. Bu cümleler bir karmaşadan beslenmiyordu, bu cümleler kafamı karıştırmak için söylenmemişti. Aksine onun kafası karışıktı. Yuvarlak bir masanın etrafında oturmuş, çaylarımızı içerken bir yandan da sohbet etmeye devam ediyorduk.  "Birey..." dedim ona dönüp. "Eğer bireyin olmadığını var sayarsak, çürümenin ya da büyümenin bireyde yarattığı etkileri nasıl konuşabiliriz? Çürümeye karşı koyamayan, dayatılana boyun eğen insan bireyin kendisi değil midir?"
Sözümü bitirir bitirmez, yüz hatlarına kuşandığı alaycı gülümsemeyle beraber konuşmaya başladı. "Bütün sorun bundan kaynaklanıyor ya zaten. İnsanların söylediklerimi tam olarak dinlememesi. Sözlerimden çürümeye yada büyümeye karşı direncin birey tarafından gösterildiği çıkarılabilir mi? Gerçekten bireyin tanımını arıyorum ben. Önce var oluş mu yoksa öz mü? "

 İnsanlar sürekli sorular soruyor aldıkları yanıtlar üzerine yeni sorular hazırlayarak konuşmaktan kaçıyordu. Ben bunun iki farklı ihtimalle açıklanabileceğini düşünmüşümdür her zaman. Karşınızdaki insan ya cahilliğini gizliyordur ya da bilgisini sakınıyordur sizden. Karşımdaki insanı yeteri kadar tanımıyordum. Bu masada bulunmamın nedeni yanımda oturan dört insandan birinin arkadaşım olmasıydı. Kalan üç kişi benim için yabancıydı. İnsanlar birkaç gün önce tanıştıkları kişileri bile yakından tanıdıklarını, hemen onları çözdüklerini düşüne dursun; ben yıllardır tanıdığım insanlar dahil kimseyi çözebilmiş değilim henüz. Belki de bu sebeple karşımdaki kadını bir kalıba hapsetmek istememiş ve konuşmaya devam etmiştim. Bu konu masada oturan diğer insanları pek ilgilendirmemiş olacak ki onlar gündelik hayatlarını, alışkanlıklarını birbirlerine anlatırken biz konuyu bireyden, özgür iradeden alıp Sartre'ın varoluşçuluğuna, Albert Camus'un Meursault'una getirdik. O Camus'u destekliyordu. Ölümden kaçınıyor, ölümü hayatın zorluklarıyla baş edemeyen aciz insanların buldukları en kolay çözüm yolu olarak tanımlıyordu. "Hayır." dedim. "Kusura bakmayın ama söyleyemediğiniz, anlamının farklı olduğunu bildiğiniz halde yerine başka bir kelime kullandığınız eylemi kolay bir çözüm yolu olarak adlandıramazsınız. İntihar etmek kolay mıdır? Bence hayır. Zor mudur? Bilemiyorum."
"Elbette bilmiyorsunuz. Çünkü bilinçsizliğinizle övünüyor ve arkasına sığınıyorsunuz. Çünkü bilmemek için gayret sarf ediyorsunuz. Siz bilmekten korkuyorsunuz." diye cevap verdi. Gözleri büyümüştü. İki elini eteğinin bittiği yerde bağlamış, arkasına yaslanmıştı. İlk defa saldırmıştı bana. Yarım saatten fazla olmuştu yanımızda oturan insanlardan izole sohbetimize başlayalı ve o ilk defa aramızdaki sınırı kaldırmak için adım atmış ve kişiliğimle ilgilenmeye başlamıştı. Masada bulunan telefonumu cebime koydum. Ardından konuşmaya başladım. "Birey vardır ve tektir. Birey toplumun yanında ya da karşısında durmaz. Birey toplumu reddeder. Birey topluma ilgisizdir. Yani bir başka bireyin hayatına müdahale ya da merak bir varoluşçunun varlığını sorgulamasını gerektirir. Tanıştığıma çok memnun oldum ama artık gitmem gerekiyor. İyi akşamlar dilerim." Masada bulunan arkadaşıma ve onun diğer arkadaşlarına da iyi akşamlar dedikten sonra restorandan ayrıldım.


 Restorandan çıktıktan sonra caddenin sonuna kadar yürüme kararı aldım. Yürüyüşleri severim. Belirli belirsiz atılan adımların çıkardığı sesleri, karşıdan gelen insanların gözlerinin gözlerime değmesini... Bence insan kalabalığın içinde anlayabiliyor kendi benliğini. Kendi iç sesini, kalabalığın içinde duyabiliyor gürültü olmadan. Gürültü önlüyor gürültüyü. Caddenin sonuna geldiğimde arkamdan tanıdık bir sesin bana seslendiğini duydum. Arkamı döndüğümde onu gördüm. El sallıyor ve bana doğru geliyordu. Taksiye binip oradan uzaklaştım. Aradan altı ay geçtikten sonra  o masada bulunan ortak arkadaşımız onun intihar etmeye çalıştığını ancak kurtulduğunu söyledi. Şaşırmadım ve bu olayın nasıl olduğunu da sormadım. Ondan bir daha hiç haber alamadım.



küçük adam


 




    

1 Şubat 2019 Cuma




 ÖLÜLER, YAŞAYAN ÖLÜLER, ÖLÜ YAŞAYANLAR, GONCALAR


Kalabalığın sesi kalabalığa karışmış
Yutkunuyorum
Nefesimin karıştığı duman
Gidip bir taşa çarpıyor her seferinde
Bir güvercin taşı alıyor
Bir gonca bekliyor bir güvercini
Goncalar yorulmuş çabalamaktan
Vazgeçmişler çiçek açmaktan
Muhakkak vardır her şeyin bir nedeni der dedem
Allah'ın alıp veremediği mi vardır goncalar ile?
Yoksa goncalar mı sevmez Allah'ı,
Varmaz mı başları secdeye?
Yoksunuyorum
Kirlenmişliğimi toplayıp kibrimin üstüne biriktirdim
Güneşi yerinden aldım, indirdim.
Karanlık kalınca çevremde
Ağladım
Bir tanıdığım vardı
Haiyn gemisinde kaptan
İnsanlar ağlarsa kimse görmeden
Kimse görmez derdi, gülerdi
Keşke gülebilseydim ben de
Güleyazsaydım keşke
Öğretildi bana öncelerde
Aciz kalır dediler çok gülen
Toprağı elime aldım,
Afakiydi bıraktım
Üstüne şiir yazdım, buruşturdum, yırttım
Ufalanmış toprağın üstünde kaldım
Ölmemiştim
Yaşamış mıydım?
Bir gonca açsa
Keşke açsa goncalar
Goncaların açtığı vakit geleceğim ben
Bir kirişi öpüp koyacağım başıma
Bir seccade alacağım kendime
Belki bir ba
Bir ba
Ba alacağım
Yarım kaldım
Yarına kaldım



küçük adam

29 Ocak 2019 Salı






K BİR FİLM İZLEDİ, KÖ BİR ŞARKI DİNLEDİ, KÖT BİR KİTAP OKUDU, KÖTÜ BİR ŞİİR YAZDIM BEN ARDINDAN

Bayan Varvara Dobroselova'ya



Gölgesi ayın üzerine vurmuş yalnızlığın saklanabilir mi çirkinliği
Oysa bu gürültüler
Tepemizden geçen korkak tayyareler
Parıldayan yıldızların içindeki yaşam belirtileri
Senin saçlarımla oynamışlığın var kuşluk vakitleri
Şems doğduğuna pişman etmişti beni
Çünkü aydınlık zamanlarda sevişilmez
Bu küçük apartmanda kol geziyor faşizm
Üst komşumuz ayıplar belki bizi
Ve üst komşular asla sevişmez


küçük adam

19 Ocak 2019 Cumartesi




                                    KUŞLAR VE KÜÇÜK ADAM/ BEN/ BİREY

Söyleyin onlara bombalasınlar ömrümü
Başından ya da sonundan
Bir farkı olmaksızın yakıp yıksınlar
Söyleyin onlara
Kırılganlığımı kuş ötüşlerinden aldığımı
Kuşlardan nefret ettiğimi de anlatın onlara
Yüksekten uçanlarının da bir gün yere inmek zorunda kalacağını unutmasınlar
Gökyüzü onların
Yeryüzü hepimizin
Ama yer ve yüzü en çok benim
Ben en çok benim!
Şehadet ederim dünyaya
Sevgilim,
Binlerce kez iyi geceler sana...

Cogito-suz Ergo Sum




küçük adam

13 Ocak 2019 Pazar


                      AK-47, EINSTEIN VE ALLAH


Doğru değil bu kadar karmaşa
Şu yanı başımızdan geçen hüzün
Dalların uçlarında kırılan şu kibrimiz doğru değil
Yanlış da değil sevgilim
Aydınlanması gecenin
Yeni bir güne uyanması kuşların, kavak ağaçlarının ve karıncaların
Yanlış da değil
Umut varsa diyor birisi
Belki de Alper abi diyor
Ekmek varsa, aş varsa
Uyan ve çabala
Kahrolsun güçlünün yanında bulunan zulüm
Bak cahilce uçuyor martılar
Kedilerin miyavlaması bozuk, detone
Bakkal Osman abi açmamış bugün veresiye
Ve bu diyarda özgürlük türküleri kelepçeli doğar
Faşizm
Anarşizm
Yaşasın Kapitalizm
Barış
Demokrasi
Kan kusturdular
Ben hücremin paslı ve yaşlanmış demirlerine tutunurum
Sen anlatasın diye aşkımızı bir AK-47'nin namlusuna dayanıp
Ben ranzamın paslı ve yaşlanmış demirlerine tutunurum
Sen anlatasın diye aşkımızı seviştiğimiz o gecenin mürekkep akıtan kavgasına sarılıp
Kötücül düşünceler bunlar
En az abimin göğsündeki dövme kadar
Abim ölü
Dövme yara
Ultraviyole ışınları Einstein'ın mezarında ters döndü sevgilim
Abim ve ultraviyole ışınları
Ters döndü
Ekber ALLAH




küçük adam


2 Ocak 2019 Çarşamba


Elif Zeyno'ya 

                                               KUYARA: KUMA YATMA RAHATLIĞI



     Güneş kumların üzerine düşürdüğü gölgesini alırken gökyüzüne doğru, sahile paralel uzanan dağlardan gelen hayvan sesleri Kuyara’nın gururlu sessizliğini bozuyordu. Kuyara bir dünya şehri. Dünyanın herhangi bir yerinde bulunan bütün şehirlerin en yücesi. Kuma yatma rahatlığı. Kuyara erkek, kuyara kadın. Kuyara biz insanlığın olmak istediği her şey. Kuyara bir hiç. Cevdet kuma gömdüğü ayaklarını sağa sola hareket ettirerek daha da derine indirmeye çalışırken bir yandan da Elif Zeyno’yu izliyordu. Bir kız çocuğu yarat Tanrım. Altın sarısı saçları insin omuzlarına kadar. Bir kız çocuğu yarat Tanrım. Saçlarının kıvrımlarında kaybolsun hüzünlerim ve onun gülüşlerinde can bulsun sevinçlerim. Bir kız çocuğu yarat Tanrım. Adı Elif Zeyno olsun. Benim ilk mücevherim… Benim tek mücevherim olsun. Elif Zeyno denizin hemen başladığı yerde, tek başına oturuyor ve babasının ona geçen sene aldığı kovası ve küreğiyle bir şeyler inşa ediyordu. Bir kale değil, bir ev değil, bir köprü ya da yol da değil. Elif Zeyno bir şeyler kelimesinde ısrar ediyordu konuşmaya başladığından beri. Belki Cevdet’in gamsızlığı geçmişti ona, belki de bu gamsızlık değil de inançsızlıktı. Yeniyi aramaya olan isteğini aktarmıştı Cevdet kızına. Ne yaptığını bilmemek iyidir. İnsan yaptığını bildiği sürece şikâyet etmeye, bıkmaya ve bir gün kaçınılmaz olarak bırakmaya mecburdur. Ancak Elif Zeyno’nun yaptığı gibi bir şeyler yapmak, yani bir şeyleri aramak, bir şeyleri yaratmak; size başka şeyler yapmak için de ilham kaynağı olabilir. Cevdet kızının doğduğu ilk gün kendine bir söz vermişti. Onu kendi büyüdüğü dünyadan uzak tutacaktı. Elif Zeyno babasının yirmi iki yaşında intihar etmeye çalıştığını bilmeyecekti hiçbir zaman. Büyüyüp yirmi dokuz yaşına geldiğinde, babasını arayıp kendini öldürmek istediğini söyleyeceği ana kadar bilmeyecekti bunu. “İntihar etmeye çalışılmaz. İnsan ya intihar eder, ölür. Ya da ilgi çekmeye çalışır, yaşar. Ama benim ilgimi çekmeyi başardın.”  Nilgün söylemişti bunları Cevdet’e.  Bundan yedi sene önce. Bir hastane bahçesinde. Üstünde faşizmin kol gezdiği bir ülkenin, sikindirik bir belediyesinin ismi yazılı olan bir bankta otururken ikisi. Cevdet’in üstünde annesinin üç hafta önce, görüş gününde getirdiği bayramlıkları, Nilgün’ün üstünde kavurucu sıcağa rağmen, önceki hayatını gizlemek için giydiği uzun kollu tişörtü varken söylemişti. İğne izleri, bolca iğne. Hayatının üstüne defalarca kumar oynamıştı Nilgün. Hepsini de kazanmıştı. Ölmek istediği söylenemezdi o sıralar ancak yaşamak isteyip istemediği de belirli değildi. Ailesinin zoruyla geldiği hastanede, dikkatlice bakılmayan ve sadece hastalar arada sırada dışarıda iki üç ağaç görsün, yaşama tutunsunlar diye zoraki yapılmış bir parkın içinde bulunan, faşizan ve yaşlı bir bankta evleneceği adamla tanışacağına inanmaması da bu yüzdendi belki. Ancak Cevdet eroinle şiir arasında bir bağ bulmuştu. Acısız ve zararsızdı Turgut Uyar. Ve en az eroin kadar bağımlılık yapmıştı. Nilgün’de. Hastanede geçen haftalar ve sıklıkla aynı bankta süregelen buluşmalar dışarıda da devam etmişti. Nilgün şiir okuyordu damarlarının içerisine, Cevdet te âşık olduğu kadını izliyordu, hayatının bir yerlerinde kaybettiği cesaretini geri toplamak için. Aşk yaşamanın devamıdır, ölümü geciktirir. Ancak ölüm geciktiğine de pişman edebilir bazı zamanlar. Elif Zeyno’yu kucağına aldığında bilmiyordu Nilgün kızının altıncı doğum gününü göremeyeceğini. Onu kucağına aldığında bildiği tek şey şuydu: Onu hep sevecekti. En az Cevdet kadar. Cevdet ise şöyle fısıldamıştı Elif Zeyno’nun kulağına daha kırkı çıkmadan, bir melek gibi uyurken yatağında: En çok seni seveceğim kızım. İlk mücevherim… Seni annenden daha çok seveceğim. Şiirler değildi Nilgün’ün bağımlılığı, şairler değildi, doğurduğu kızı değildi Nilgün’ü hayata bağlayan. Sorunların üstesinden gelmek için onları uzağa süpürmek yetmez, yakıp kül etmek yetmez. Küller tekrar birleşir zamanla, rüzgâr tozu alır ve taşır kapılardan içeriye. Önce insan vardı ya, sorunlarıyla beraber. En son insan yok olacak, sorunları yüzünden. Nilgün Cevdet’e bir not bıraktı gitmeden. Yirmi dokuz yaşında, Elif Zeyno’nun odasında asmadan kendini şunları yazdı daimî aşkına: “Ben o bankta ölmüştüm.”
 
        Elif Zeyno kovasını ve küreğini bırakıp, kumdan kirlenen ellerini kıyıya vuran dalgaların içine indirip çıkartarak yıkadı. Daha sonra terliklerini giydi ve ayaklarını da suyun içine batırarak terliklerini de yıkadı. Kumla yaptığı şekillere baktı ve anlam veremedi. Bir şey yaptım diye düşündü Elif Zeyno. Bir şeyler yapmaya devam etmeliyim diye düşündü içinden. Hızlıca babasına doğru koştu ve ona sarıldı. Cevdet kollarını küçük kızının sırtında birleştirdi ve onu yukarıya kaldırıp öptü. Beraberce gülüştüler. Elif Zeyno acıktığını söyledi ve ekledi. Baba bir şeyler yemem lazım.



    küçük adam