Elif Zeyno'ya ve
Benden çok uzaklarda, benden çok önceden beri var olan, benden sonra da var olmaya devam edecek Eğri Ağaç'a
CEVDET'İN CİĞERLERİ SU İLE DOLDU
Akşama doğru portmantodan siyah yün ceketini alıp dışarı çıktı. Kapıyı kilitleyip anahtarı kapıcı Sami Bey'e bıraktı. Ona uzunca bir süre geri gelmeyeceğini, ailevi sebepler yüzünden memleketine dönmesi gerektiğini söyleyip arada bir yukarı çıkıp çiçeklere su vermesini rica etti. Apartman kapısından dışarı çıktıktan sonra otobüs durağına doğru yavaş adımlarla yürüdü. Dün yağan kuvvetli yağmurdan dolayı çöken asfalta bakıp gülümsedi, aynı anda içinden söylenirken. Üç ay önce, eskiyen ve arada sorun çıkaran su borularının değiştirilmesi için çalışma yapan belediye ekipleri, bütün sokağın altını üstüne getirmiş ardından da neredeyse bütün mahalle yeniden asfaltlanmıştı. Üç ay gibi bir sürede, yeni yapılan bir yolun yağmur nedeniyle böylesi zarar görmesi akıl alır gibi değildi. On dakikalık bir bekleyişten sonra otobüs sokağın başında görülmüştü. Otobüse binip bulduğu ilk boş koltuğa oturdu. Çantasından çıkardığı kitabını okumaya başladı. Kapağı arkalı önlü simsiyah olan bu kitabın önünde küçük harflerle kitabın adı yazıyor, yazar bilgisi bile kapakta kendine yer bulamıyordu. Üç köy çocuğunun, büyüme dönemlerine ışık tutan bu kitap aynı zamanda taşra hayatına dair sosyolojik bir çözümleme getiriyordu insanların önlerine. Taşra hayatı, özenilen gözlerle, dışarıdan bakılarak çözümlenemezdi. Çünkü taşrada her an önemliydi. Taşranın yürüyen merdivenleri yoktu üzerinde durulacak, onun yerine kayalıklar vardı, taştan yapılmış evler ve yollar vardı. Taşrada hayat asla düz zemine oturmazdı. Otobüsten Beşiktaş sahilinde inip boş bulduğu bir banka oturdu. Aralıklarla saatine bakıp zamanı kontrol ediyordu. Çok yapmazdı, yeni yeni alışkanlık edinmişti saatini kontrol etmeyi. Önceleri hava aydınlandığında anlardı sabah olduğunu. Uyurdu o vakit. Ne zaman ki siyah tişörtünün rengine bürünürdü gökyüzü, o zaman uyanır, siyah ceketini alıp dışarı atardı kendini. Var olmanın ilk şartıdır kalabalığa karışmak; yok olmanın ilk belirtisiyse onca kalabalığa rağmen yalnız olabilmektir. Nasıl mı yok olur insan? Cevdet gibi işte. Doğar, büyür ama öyle büyür ki kendi ölümüne karar verebilecek olgunluğa ulaşır ve yok olur. Bu üçünün arasında sever, aldatır, aldanır. Ancak insanı yok eden bunlar değildir. Aksine varlığın devamı hem iyiliğe hem kötülüğe ihtiyaç duyar. Aldatmaktan da aldanmaktan da beslenir. Sevmek de yaşamı uzatır, nefret etmek de. Acı öldürmez, acı intihara sürüklemez. İnsanı boşluklar yok eder. Nefretsizlikten ölür insan, artık sevmekten bıktığında, hiçbir şey hissetmediğinde ölür insan. Bütün bunlar kafasını kurcalarken, çalan telefonun sesi irkilmesine sebep oldu Cevdet'in. Telefonunu cebinden çıkarıp oturduğu bankın hemen sağında bulunan çöp kutusuna attı. Tarihin tozlu sayfalarında yer alacaktı bu arama artık. Tarihin o tozlu sayfaları hatırlanmazdı. Kimse ölenleri, tecavüze uğrayanları, gasp edilenleri hatırlamazdı. Cevdet hatırlardı. Buharalı çobanı, Afrikalı büyücüyü, Hisar'ın delisi Mahsun'u hatırlardı Cevdet. Zaten bu farkındalık bitirdi onu. Bu farkındalık olmasaydı geceleri uyurdu herkes gibi, sabahları kalktığında kahve içip okuluna giderdi ardından. İnsanlar vardı çevresinde. İnsanlar hep olur. Hemen önünde denize biraz daha yakın oturan sevgililer vardı. Onların hemen sağında, hararetli bir tartışmanın içinde olan iki yaşlı adam öne çıkıyordu kalabalığın arasında. Biraz kulak kabartınca basit bir futbol muhabbetinden doğduğu anlaşılıyordu bu koca gürültünün. Birbirini seven iki insan, ölümünün yanı başında sıranın kendisine gelmesini bekleyen Cevdet, boş tartışma konularıyla iki yaşlı adam... Saygı duyulması gerekenin ölüm olması lazım gelirdi. Cevdet bu hadsizliğe son vermeye karar verdi. Çantasını oturduğu yerde bırakarak yürümeye başladı. Önce Cevdet yanlarından geçerken dudakları birbirine değen sevgilileri ardından bira ve cips eşliğinde hayata meydan okuyan kaykaycı gençleri geride bıraktı. Biraz daha yaklaştı. Birbirini izleyen saniyeler, karşı sahilden duyulan ayak sesleri, son iki ve boşluk... Suyun içinden duyulan çığlık sesleri, bağrışmalar, yanından geçen küçüklü büyüklü balıklar, kanını donduran soğuk...
küçük adam
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder