10 Eylül 2018 Pazartesi





                                                                  KAPICI HAMDİ


Leylasız geçen birinci, ikinci, üçüncü ve dördüncü aydayız. "Leylasız geçen" kelime öbeğinin ne anlama geldiğini ben, kapıcı Hamdi ve Müslüm Gürses dışında birinin anlayabileceğini hiç sanmıyorum. Zor zamanlar bunlar Leyla. Artık seni arayamıyorum çünkü bir telefonum yok. Bu ayın kirasını ödemek için satmak zorunda kaldım onu ama bu bir sorun teşkil etmez çünkü sen kapıdan geleceksin. Saçların hala mavi mi Leyla? Ona göre hayal edeceğim kapıdan girişini. Düşünüyorum da havalar sıcak, kot eteğinin üstünde dar, kolsuz bir bluz; saçlarınla uyumlu pembe bir bluz Leyla. Kapıyı anahtarınla açıyorsun normal olarak çünkü burası bizim evimiz. Denizin ve Leylanın evi... Hamdi araya giriyor hemen. "Ya ben Denüz?" Beyaz ne güzel renk, insana huzur veriyor. Saatlerdir uzanıp tavanı izlediğim kanepemden, pardon kanepemizden Leyla, başımı kaldırıp Hamdi'ye dönüyorum. "Sen bu evin lanetisin Hamdi, sen benim lanetimsin." Üzülüyor, aldırmadan hayalime devam ediyorum. Kapıdan içeri girer girmez haykırıyorsun ismimi "Deniz, Deenizz..." duymuyorum çünkü içeride, çalışma masamda oturmuş Müslüm Gürses'ten Affet dinleyerek sana şiirler yazıyorum. Anlıyorsun. Unutma sakın Leyla. Kadınlar onlar için yazılan şiirleri uzaklık fark etmeksizin anlarlar. Yanıma gelip kulaklığı çıkartıyorsun önce kulağımdan. Ben geldiğinin farkındayım ama bozuntuya vermiyorum. Kokun Leyla, kokun beni yaşadığıma ikna ediyor. Ellerini gözlerimin üstüne götürüyorsun. Sesini değiştirerek soruyorsun "Bil bakalım ben kimim?" diye. Ah şu içindeki çocuk... "Ada sen mi geldin?" diyorum ben de seni kızdırmak için. Vuruyorsun tokadı Leyla. Dört parmağının izi çıkıyor yüzümde. Bir parmağın kayıp, nerede o parmak Leyla? Ada üstüme neredeyse bir okyanusu dökerek uyanmamı sağlıyor. Rüyaymış. Keşke yaşayacağım yıllarımı o rüyaya nakil edebileceğim bir alet geliştirse bilim adamları. "Sen mi geldin?" diyorum Ada'ya. "Hayır." diye cevap veriyor. O zaman bu da bir rüya olmalı diye düşünüyorum. Rüyanın içinde farklı bir rüya. Inceptionlanmak diyor günümüz ergenleri buna. Bu da bir rüyaysa ve ben tekrar uyursam belki de Leyla'yı tekrar görebilirim rüyamın içinde göreceğim rüyamda. Bu fikri gayet makul ve uygulanabilir buluyorum. Islak saçlarımı tekrardan yastığımın üzerine koyup saymaya başlıyorum. Bir Leyla, iki Leyla, üç Leyla, dört Leyla... Bu sefer ıslaklık sadece saçlarımda ve yüzümde değil. Ada iki bardakla gelmiş olmalı bu sefer ya da hissettiğim diğer ıslaklık size söyleyemeyeceğim farklı bir nedenden kaynaklı. Umursamıyorum. "Kalk artık Deniz. Şu evin haline bir bak, ben de gelmezsem öleceksin burada." Bu fikir de gayet makul ve uygulanabilir geliyor. "Gelme o zaman Ada." demekle yetiniyorum. Gözlerim açılıyor, ardından beynimi düşük güç modundan çıkartıp doğruluyorum. Ada elindeki çöp poşetiyle yerdeki şarap şişelerini, yemek artıklarını ve peçeteleri topluyor. "Çalışmıyorsun, görüşmeye çağırınca gelmiyorsun, düzgün yemek yemiyorsun ama neredeyse beş yüz metre mesafede bulunan tekele gidip şişe şişe şarap alabiliyorsun öyle mi Deniz?" Gülümsüyorum. Hamdi de gülümsüyor. "Tekel tanıdık. Sağ olsun Levent abi kendisi getiriyor." Ada az önce Levent abinin annesine mi küfretti bana mı öyle geldi? Hiç yakıştıramıyorum Ada'ya. "Zaten herkes birilerine sövüyor bu zamanda. Ağız dolusu küfürler, oraya koymalar buraya koymalar... Kişisel zaaflarımızı, güçsüzlüklerimizi küfürlerle, yüksek sesli hayırlarla, benim değil senin yanlışın varlarla kapatmaya çalışıyoruz." diyor Hamdi uzun süren sessizliğini bozarak. "Sus lan Hamdi, dalağını sikerim senin. Kapıcısın sen. Ada buradayken konuşma bir daha sakın."  Bugün ne yediğimi soruyor Ada daha sonra. Neden burada acaba, neden sürekli burada, neden arkamı topluyor? Belki de ona bir şiir yazmamı istiyordur. Genel olarak yemek yemediğimi söylüyorum Ada'ya. Ardından mutfaktan aldığım şarap şişesini getirip sehpanın üzerine bırakıyorum. "İçer misin?" "Olur." diyor Ada. Galiba ilk kez bu kadar ciddi bakıyorum yüzüne. Küt kahverengi saçları var. Kaşları ve kirpiklerinin altında yeşil gözler, iki tane var. Biraz Çarkıfelek sunucusu gibi düşündüm ama artık mazur görün. Evet bakıyoruz Leyla'nın Le'si, aaa hiç yok... Ada için bir kadeh getiriyorum. Geri dönüp bir kadeh daha getiriyorum ardından. Şaşırıyor. "Sen de mi kadehten içeceksin?" "Hayır." diye karşılık veriyorum. "Geçen geldiğinde senin kadehine şarap doldurduktan sonra şişeyi ağzıma dikmemden hoşnut olmamıştın. Bu yüzden bu iki kadehi de sana dolduruyorum. Böylece bir yerine iki kadeh şarabın olacak. Ben kibar bir adamım Ada." diyorum. Gülüyor. Bir şeyler anlatıyor bununla ilgili ama çok dikkat edemiyorum. Birden ciddileşiyor. Küfür ediyor galiba. İzlediğim bir film geliyor aklıma, okuduğum bir şiir, kimindi o Turgut Uyar galiba. Denge diyordu kendileri, "Sizin alınız al inandım, sizin morunuz mor inandım, tanrınız büyük amenna, şiiriniz adam akıllı şiir, dumanı da caba." Hayır hayır burası değil. Biraz daha ilerisinden girmeli lafa. Ada'ya dönüyorum. "Ada bir şiir var, hepsini okumak zor olacak. Dengemi bozma benim. Git evimden." Bunları söyledikten sonra Ada'ya bakmıyorum hiç. Ona bakarsam bir şeyler söyler. Sonrasında ben söylerim. Sonrasında tekrar o... Vücudumu kanepenin bütün yüzeylerine değecek şekilde yayıyorum. Her yere temas etmeliyim. Ardından gözlerimi kapatıp saymaya başlıyorum. Bir Leyla, iki Leyla,üç Leyla, dört Leyla..................................hiç Leyla...





                   küçük adam

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder